Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Mucize Adım

Eurosport Türkiye

Güncellendi 14/12/2020 - 17:53 GMT+3

Henüz çocuk yaşta göstermişti azim ve kararlığını Wilma Rudolph. Hastalığı sonrası ilk adımını attıktan kısa süre sonra Olimpiyat tarihine geçmişti. Onu diğerlerinden farklı kılansa ardından gelenlere verdiği ilham ve ırkçılıkla mücadelesiydi.

wilma rudolph

Görsel kaynağı: Eurosport

Alabama eyaletinin Montgomery kenti ırk ayrımcılığına karşı tarih sayfalarına geçen bir eyleme tanıklık ettiğinde, takvim yaprakları 1 Aralık 1955 tarihini gösteriyordu. Rosa Parks, 41 yaşında bir terziydi ve o gün işten her çıkışında yaptığı gibi evine dönmek için otobüse binmişti. Çok geçmeden tüm koltukları dolan otobüse her durakta yeni yolcular eklenmişti. Yolcu sayısı artınca otobüs şoförü beyazların ayakta kaldığını görmüş, Rosa ve yanındaki kişiden ayakta kalan beyazlara yer vermesini istemişti. Rosa’nın yanındaki yolcu kalkmıştı ama onun yerini vermeye niyeti yoktu. Otobüs şoförü, ona bu davranışının nedenini sorduğunda, “Kalkıp yerimi bir başkasına vermem gerektiğini düşünmüyorum.” cevabını vermişti.
O dönem yürürlülükte olan Jim Crow yasalarının bir uzantısı olarak, otobüsün arka taraflarında siyahlar ön taraflarında ise beyazlar oturabiliyordu. Beyazların oturacakları yerler dolarsa otobüs şoförü, daha çok beyazın oturarak seyahat etmesi için siyah ve beyazların yolculuk ettiği yerleri sınırlayan colored levhasını arka sıralara taşıyordu. Rosa Parks, çok geçmeden “kamu düzenini bozmak” suçlamasıyla tutuklanmıştı. 5 Aralık 1955 günü mahkemeye çıkarıldığında, Montgomery’de yaşayan neredeyse tüm siyahların katıldığı ve tarihe “Montgomery Otobüs Boykotu” olarak geçen eylem gerçekleşmişti. Yürüyerek işlerine giden binlerce insan tüm ülkenin dikkatini çekmişti. Boykot yaklaşık bir yıl sürmüş ve toplu taşımadaki bu ayrımcı uygulama 1956 yılının Aralık ayında kaldırılmıştı.
19.yüzyıldan 20.yüzyıla taşınan ve tarihin hiçbir döneminde insanca yaşamla bağdaşmayan Jim Crow yasaları, sadece toplu taşımada değil sağlık, eğitim gibi pek çok alanda siyahlara sunulan imkânları kısıtlayan hatta belirli noktalarda yok sayan çağ dışı bir uygulamaydı. Bu yasanın ortaya çıktığı Tennessee eyaletine bağlı Clarksville’de çocukluğunu geçirmişti Wilma Rudolph. 12 yaşına kadar sağlık sorunlarıyla boğuşurken ırkçılığın acımasız yüzüyle de oldukça erken yaşta tanışmıştı. Yıldız atlet, “dünyanın en hızlı kadını” ünvanını aldığı 1960 Olimpiyatları’nın hemen sonrasında ise Rosa’nın yaktığı kıvılcımı dev bir alev topuna dönüştürmüştü. O, Clarksville’de ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmaya yönelik bir etkinliğin ve protesto gösterisinin başrolündeydi.

Irkçılığa karşı bir adım

1960 Roma Olimpiyatları, Wilma Rudolph’un ikinci büyük olimpiyatıydı. Her ne kadar 1956 Melbourne Olimpiyatları’nda bronz madalya kazanarak sükse yapsa da atletizm geçmişi uzun sayılmazdı ve Roma’da net bir favori olduğundan bahsetmek zordu. Ancak genç atlet, Olimpiyatlarda fırtına gibi esti ve beklentilerin ötesine geçerek 100, 200 ve 4x100 metrede üç altın madalya kazandı. O, aynı zamanda ABD adına tek bir olimpiyatta üç altın madalya kazanan ilk kadın atlet olmuştu. Roma’da yarattığı etkiyle Cassius Clay, Oscar Robertson ve Rafer Johnson gibi sporcularla birlikte ismi gazete sayfalarını süslemişti.
Amerika Birleşik Devletleri’nde basın ve siyasiler özellikle Soğuk Savaş döneminde elde edilen bu tür zaferlere özel ilgi gösteriyordu. Çok geçmeden ülkeye döndüğünde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F.Kennedy onu Beyaz Saray’da kabul etmişti.
wilma rudolph
Tennessee eyaletinin Clarksville kenti ise Wilma’yı ayrı bir heyecanla bekliyordu. Genç atlet içlerinden biriydi ve halkı onu bağrına basmak için sabırsızlanıyordu. Çok geçmeden Clarksville’de bir geçit töreni düzenlenerek Wilma’nın eve dönüşünü unutulmaz bir “hatıra gününe” çevirmeye yönelik çalışmalar başlamıştı. Bunun için görevlendirilen isim, vali Bufford Ellington olmuştu. Bu bir anlamda hayal kırıklığıydı zira vali ırk ayrımını destekleyen bir figürdü. O yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Rosa Parks ve Martin Luther King gibi isimlerin çabasıyla ırk ayrımcılığı konusunda bazı iyileştirmelere gidilse de Clarksville’de halen Jim Crow yasaları sert bir şekilde uygulanmaya devam ediyordu. Vali, organizasyona siyah ve beyazların ayrı gruplar halinde katılmasına karar vermişti. Bu karar genç atlete iletildiğinde, Wilma’nın yanıtı çok netti. Eğer bu organizasyona ırk ayrımı olmaksızın tüm Clarksville halkı birlikte katılmazsa, törene iştirak etmeyeceğini belirtmişti.
wilma rudolph
Çok geçmeden vali Ellington yıldız atletin şartını kabul etmiş kazanan Wilma olmuştu. 4 Ekim 1960 günü Clarksville caddelerini dolduran binin üzerinde insan, çılgınca Wilma Rudolph’u selamlıyordu. Bu aynı zamanda siyah ve beyazların Clarksville’de bir araya geldiği ilk etkinlikti. Etkinlikte konuşan ilçe yargıcı gözyaşlarına hakim olmakta zorlanarak o unutulmaz sözleri söylemişti.
“Yaşadığım duygu yoğunluğunu kontrol edebilirsem konuşacağım. Wilma dünya ile yarıştı ve eve üç altın madalya getirdi. O, Clarksville’de herkesi bir araya topladı. Unutmayın, bir piyanodan eşsiz bir eser yaratmak istiyorsanız hem siyah hem beyaz tuşlara basmazlısınız.”
Rosa Parks’ın Montgomery’de yarattığı etkiyi bu kez Wilma Rudolph Clarksville’de spor eliyle başarmıştı. Artık kesin olan bir şey varsa o da Wilma’nın sadece pistte başardıklarıyla genç atletlere örnek olmadığıydı. O, aynı zamanda ırk ayrımcılığının sembol isimleri arasına adını altın harflerle yazdırmıştı.
Neredeyse bir asır önceden 1960’lı yıllara taşınan korkunç Jim Crow yasalarının bir çırpıda ortadan kalkması mümkün değildi. Her geçen yıl ırkçılığı ortadan kaldırmak adına bazı gelişmeler yaşansa da halen katedilecek epey yol vardı. 1963 yılına gelindiğinde Wilma Rudolph artık emekli bir sporcuydu. O yıllarda siyahlar halen bazı restoranlara kabul edilmiyordu. Sadece beyazları kabul eden Clarksville’in meşhur bir restoranı önünde, 300 kişilik bir grup bu ayrımcı ve ilkel politikayı protesto etmişti. Protestonun öncüleri arasında Wilma Rudolph da vardı. Irkçı beyaz grupların sözlü saldırıları ve Wilma Rudolph’un ölümünden üç yıl önce ifade ettiği gibi polisin göz yaşartıcı gaz kullanmasına rağmen gösteriler iki gün sürmüştü. Bu protesto, bir restoranın ırkçı politikasına yönelik tepki olarak görülse de aslında tüm ayrımcı bakış açısına yönelik bir başkaldırıydı. Protestolar çeşitli alanlarda farkındalık yaratmış, bu kapsamda yüzme havuzlarının ve parkların da ırk ayrımı olmaksızın birlikte kullanıma açılması kararı alınmıştı.
Kararlılığı ve mücadeleci karakteri çocukluğuna dayanıyordu belki de. Küçük yaşlarda yaşadığı sorunlara rağmen ayağa kalkmayı başarmıştı Wilma Rudolph. Yürümesi bile mümkün görülmeyen bir çocuk, ilk adımını attıktan sonra spor için yaratıldığını anlamıştı. Şampiyon atletin hikayesi o ilk adımla başlamıştı.

Hayata bir adım

Kolay bir çocukluk geçirmemişti Wilma Rudolph. Küçük yaşlarda pek çok hastalıkla mücadele etmişti. Onu en çok etkileyen ve vücudunda fiziksel olarak etkiler de bırakan çocuk felcini geçirdiğinde ise dört yaşındaydı. Tam olarak çocukluğunu yaşayacağı yıllarda geçirdiği hastalık nedeniyle sol bacağını kullanamaz hale gelmişti.
1940’lı yıllar, Clarksville’de siyahların tıbbi olanaklara erişiminin kısıtlı olduğu yıllardı. Clarksville’deki tıbbı imkansızlıklar aileyi bu bölgenin dışındaki hastanelerde tedavi arayışına itmişti. Sonunda ailesi Wilma’yı, Nashville’de yer alan Fisk Üniversitesi’nin sadece siyahlara hizmet eden Meharry Hastanesi’nde tedavi ettirmeye karar vermişti, bu aslında ırkçı politikanın siyahlara bir dayatmasıydı. Evlerinden 80 kilometre uzakta yer alan bu hastaneye Wilma ve annesi Blanche, uzun süren yorucu otobüs yolculuklarıyla haftada bir zaman zaman ise iki kez gidip gelmişi. Tüm bu çabalara rağmen Wilma’nın yeniden yürüyebileceğini yönelik umutlar güçlü değildi. Yıllar sonra Wilma Rudolph, “Doktorlar yürümemin çok zor olduğundan bahsetmişti. Ama annem yürüyeceğime beni inandırmıştı”, demişti. Geniş bir ailede yetişmişti ve babasının iki evliliğinden doğan yirmi iki çocuğun yirmincisydi Wilma. Ailesinin tüm fertleri iyileşmesi için büyük çaba sarfediyordu. Öyle ki hastanade Blanche’e öğretilen fizik tedavi yöntemini kısa sürede öğrenen kardeşleri Wilma’ya evde düzenli olarak bu tedaviyi uygulamıştı. Wilma o günleri, “Harika bir aileniz olduğunda, zorlukların üstesinden gelmek için yeterli gücü buluyorsunuz”, diyerek hatırlamıştı.
Tedaviye cevap vermeye başlamıştı küçük Wilma. 8 yaşına geldiğinde artık bacak ateliyle yürüyebiliyordu. İşler giderek yoluna girmiş görünüyordu. Öyle ki, 12 yaşına geldiğinde artık tüm yaşıtları gibi koşabiliyor, zıplayabiliyor ve dilediği gibi hareket ediyordu.
Sporla tanışması ise çok uzun sürmemişti Wilma’nın. Zamanının büyük kısmını evlerinin arka bahçesindeki mini basketbol sahasında kardeşleriyle birlikte geçiriyordu. Spora yeteneği ilk bakışta belli oluyordu. Yıllarca yürüme güçlüğü çekmesine rağmen yaşıtlarının üstünde bir çabukluk ve hıza sahipti. Çok geçmeden Burt Lisesi’nin basketbol takımına katılmıştı. Lise takımının koçu CC Gray, çok hızlı hareket ettiği için ona skeeter yani sivrisinek lakabını takmıştı. Ama o sadece hızlı değildi aynı zamanda yetenekliydi. Lise takımına katıldığı sene yıldızlaşmış ve 25 maça çıktığı sezonda 803 sayı kaydederek lise sayı rekorunu kırmıştı.
Kariyerini pek yakında farklı bir sporda devam ettireceğinden habersiz olarak yer aldığı Tennessee Eyalet Şampiyonası Basketbol Turnuvası’nda ise ülkenin önde gelen atletizm koçlarından birinin dikkatini çekmişti. Tennessee son dönemde çıkardığı başarılı atletlerle bilinen bir eyaletti ve atletizm denildiğinde ülkenin önde gelen antrenörlerinden biri de şüphesiz Tennessee Eyalet Üniversitesi atletizm antrenörü Ed Temple’dı. Usta antrenör, Wilma’nın süratinden çok etkilenmişti. Belki de geleceğin Olimpiyat şampiyonun karşısındaydı.

Olimpiyata bir adım

Ed Temple, 1950 yılından bu yana Tennessee Eyalet Üniversitesi Atletizm Takımı’na antenörlük yapıyordu. 1993 yılına kadar sürdürdüğü görevi boyunca 40 atleti Olimpiyatlara göndermiş ve bu atletler Amerika Birleşik Devletleri adına 23 madalya kazanmıştı.
Tigerbelles ismi verilen Tennessee Eyalet Üniversitesi atletizm takımı, Ed Temple’ın antrenörlüğünde 1960 Roma Olimpiyatları’na damga vurmayı hedefleyen atletlerden oluşuyordu. Çok geçmeden Wilma, üniversite eğitimi öncesi lisede yaz aylarında Tigerbelles takımıyla antrenmanlara başlamıştı.
Temple ve öğrencileri, Avustralya’daki Olimpiyaları da pas geçmek istememişti. 1956 Melbourne Olimpiyatları yaklaşırken henüz iki sene önce atletizme başlayan Wilma Rudolph, Amerika Birleşik Devletleri 4x100 bayrak takımıyla Avustralya’ya giden isimlerden biri olmuştu. Ed Temple’ın ana hedefi atletlerini Roma’daki Olimpiyatlara hazırlamak olsa da öğrencileri Melbourne’de de bronz madalya kazanmayı başarmıştı.
wilma rudolph
Melbourne’ün iki sene sonrası Wilma için bir çok ilki yaşadığı bir dönemdi. Tennessee Eyalet Üniveristesi’nde öğretmenlik eğitimine başlamadan iki hafta önce ilk kızı Yolanda’ya hamile kalmıştı. Kızının doğumu sonrası bir süre ara verdiği atletizme yeniden dönmüş ve Roma öncesi antremanlarını sıklaştırmıştı. Yaklaşan 1960 Roma Olimpiyatları öncesi yetenekli atletin 100, 200 ve 4x100’de yarışması kesinleşmişti.
Tarih yazmaya öncelikle 100 metre yarışıyla başlamıştı Wilma Rudolph. Final yarışında bu mesafeyi 11.18 ile koşmuştu ancak ona eşlik eden kuvvetli rüzgar belirlenen sınırların üstünde olduğundan derecesi dünya rekoru olarak tescil edilmemişti. Yine de 20 yaşındaki genç atlet ilk Olimpiyat altınına ulaşmıştı.
Sırada 200 metredeki mücadelesi vardı. Bu mesafedeki Batı Alman rakibi Jutta Heine yarışın favorisiydi. Ne var ki Wilma formdaydı ve elemelerde 23.30 ile Olimpiyat rekoru kırarak final yarışı öncesi rakiplerine göz dağı vermişti. Final müsabakası başladığında bu kez rüzgar karşıdan esiyordu. Parlak bir dereceye imza atamasa da Wilma Rudolph, Jutta Heine’ın önünde altın madalyaya ulaşmıştı. Olimpiyat döneminde Milliyet gazetesi için Roma’da bulunan Halit Kıvanç genç atletin kazandığı şampiyonluklardan sonra onunla yaptığı röportajda, Wilma Rudolph’a onu en çok neyin kızdırdığını sormuştu, şampiyon atlet bu soruya “Bu aralar sanırım rüzgar.” diyerek esprili bir yanıt vermişti.
Üçüncü altın için bayrak takımı yarışları başladığında genç atletin ekstra bir motivasyona ihtiyacı yoktu. Bu yarışı da arkadaşlarıyla birlikte kazanırsa Amerika Birleşik Devletleri tarihinin bir Olimpiyatta en çok altın madalya kazanan ilk kadın atleti olacaktı. Bayrak yarışları onun için hep farklı olmuştu. Nedeni sorulduğunda, “Birlikte antrenman yaptığım arkadaşlarımla podyumda olmak paha biçilmez bir mutluluk.” diye yanıt vermişti. 4x100 metre bayrak finalinde bayrağı en son alan Wilma Rudolph, liderin hayli gerisindeydi ancak muhteşem bir performans göstererek bitiş çizgisini geçen ilk atlet olmayı başarmıştı.
Kadınların spor yapmasının pek de hoş karşılanmadığı yıllarda sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde değil tüm Dünyada spora ilgi duyan ve Olimpiyat hayali kuran kadınlara ilham vermişti. 1962 yılında herkesi şaşırtan bir kararla sporu bırakmıştı. Nedeni sorulduğunda, “En iyi olduğumu hissettiğim zamanda sporu bırakmak ve şampiyon olarak hatırlanmak istiyorum.” demişti.

Son bir adım

1960 Roma Olimpiyatları sonrası katıldığı organizasyonlarda 100, 200 ve 4x100 metre bayrak yarışlarında dünya rekorunun sahibi olmuştu unutulmaz atlet. Atletizmi bıraktığında üç dalda dünyanın en iyi derecesi ondaydı. Antrenörü Ed Temple’ın da her zaman söylediği gibi o, arkasından gelecek pek çok kadın sporcu için kapıyı ilk açan kişi olmuştu. 80’li yılların ikinci yarısına damga vuran unutulmaz atlet Jackie Joyner Kersee Wilma Rudolph’un ölümünden sonra, “Her zaman konuşabildiğim biriydi. Bir sorun yaşadığımda onu rahatlıkla arardım. Ailemden biri gibiydi. Sadece bir atlet olarak değil tümüyle benim için gerçek bir rol modeldi.” sözleriyle onu saygıyla anmıştı.
1960’lı yılların başında atletizm amatör olarak yapıldığından Olimpiyat şampiyonu olmasına rağmen önemli bir gelir elde edememişti. Bu nedenle aktif spor hayatının bitimiyle ilkokul öğretmenliği, basketbol ve atletizm koçluğu yapmıştı efsane atlet. 1981 yılında kurmuş olduğu Wilma Rudolph Vakfı ise arkasında bıraktığı en değerli mirastı belki de. Genç atletlerin iyi bir eğitim alması ve kişisel gelişimleri için kurulan vakıf , Jackie Joyner Kersee gibi diğer efsane atletlerin de benzer girişimlerin içinde yer alması için önemli bir farkındalık yaratmıştı.
Ne rastlantıdır ki, annesiyle yaptığı uzun seyahatlerin varış noktası ve adımlarını atmasına yardımcı olan hastanenin bulunduğu Nashville, onun bu dünyaya veda ettiği yer olmuştu. Irk ayrımcılığına ağır bir darbe vurduğu Tennessee’de ölümünden üç yıl sonra, 1997 yılında, doğum tarihi olan 23 Haziran’ın “Wilma Rudolph Günü” olarak ilan edildiği açıklanmıştı.
Tartışmasız o; azim ve kararlılıkla hayata bağlanan, olimpik serüveniyle arkasından gelenlere ışık tutan ve Rosa’nın izinden giderek ırk eşitliği için savaşan tarihin en özel karakterlerinden biriydi.
Yazar: Anıl Kantemir
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam