Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

En güzel “Peri Masalı”

Eurosport
TarafındanEurosport

Güncellendi 28/12/2011 - 07:00 GMT+2

Potanın Perileri’nin 2011 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası’ndaki başarı hikayesini İsmail Şenol yazdı.

türkiye kadınlar basketbol, milli takım, avrupa şampiyonası

Görsel kaynağı: Resmi Siteden Alınmıştır

Bazı kahramanlık hikâyeleri kendiliğinden oluşur, yazmak için sadece olanı kelimelere dökmek yeterlidir. İşte Potanın Perileri’nin 2011 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası’ndaki başarı öyküsü de bunlardan biri. Gelecekte bu şampiyona için yazılanların olsa olsa eksiği bulunur. Fazlasını yazabilmek, abartabilmek mümkün değil.
Aslında her şey birkaç yıl önce başladı. Cem Akdağ’ın yönetiminde Türkiye’de kadın basketbolu için neler yapılabileceği tartışıldı. Teşhise göre Türkiye, rakiplerine oranla kısa boylu, fizik dezavantajına sahip oyunculardan kurulu bir oyuncu havuzuna sahipti ve bunu artıya çevirebilmek için tek yol vardı: koşmak.
İşte Cem Akdağ’ın döneminde temelleri atılan bu oyun tarzı, altyapı milli takımlarından itibaren ay-yıldızlı formayı giyen tüm takımlara uygulanmaya başlandı. Uzun süre başarılı olamadık, zira koşmaya çalışırken topu çok kaybediyorduk ve sitemi uygulamaya çalışırken ortaya koyduğumuz tedirginlik, oynamaktan aldığımız keyfin önüne geçmişti. Ceyhun Yıldızoğlu takımın başına geldi, hedefi korudu. Zamanla bu konuda önce deneyim, sonra da alışkanlık kazandık. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın üst düzey WNBA yıldızlarını Türkiye’ye getirmesi, onların yanında/karşısında oynayan basketbolcuların gelişmesini sağladı... En azından mental olarak. Hedef artık hep zirve oldu.
picture

ışıl alben, milli takım, basketbol, türkiye, 2011

Görsel kaynağı: Resmi Siteden Alınmıştır

2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası’na başlarken oyun sistemi oturmuş, pozisyonunda yeni kıtanın en iyi dört-beş oyuncusu arasında gösterilen iki yıldızın üzerine kurulmuş bir takım oluşturdu Ceyhun Yıldızoğlu. Turnuva öncesi yapılan tüm röportajlarda daha önce hiçbir Türk Milli Takımı antrenörünün kurmadığı cümle çıktı hocanın ağzından: “Hedefimiz ilk beş.”
Yani gözümüzü Londra’ya dikmiş, 2012 Olimpiyat Oyunları’nda yer almayı kafaya koymuştuk. Bunun için önce çeyrek finale kalmak, sonra da ilk beşe girmek yeterliydi. Takım bu hedefe o kadar inanmıştı ki, birçok oyuncunun hayallerindeki öncelik bile değişmişti.
Örneğin Birsel Vardarlı. WNBA’den Indiana Fever, ciddi bir teklifle kapısını çaldı turnuva öncesinde Birsel’in. Reddetti... Gerekçesi Avrupa Şampiyonası öncesinde kampa geç katılmak istemeyişiydi. Herkes sakatlığını bir kenara koydu, tek hedef için bir oldu.
Bu kadar konsantrasyona, fedakârlığa rağmen turnuvaya felaket başladık. Litvanya maçındaki ilk yarı, tüm umutlarımızı söndürdü. Slovakya maçında üçüncü çeyrekte oynadığımız basketbolu bir kenara koyarsak, ilk turun son maçına kadar çok da üst düzey bir performans gösteremedik Polonya’da. Çek Cumhuriyeti maçında biraz umutlandık, ancak o maçı da kaybetmemiz tünelin ucundaki ışığı görmemize engel oldu.
Grubun son maçında Belarus’la karşı karşıya geldik. Hava atışı öncesinde bildiğimiz tek şey vardı: “Eve erken dönmek istemiyorsak kazanmak zorundayız.” Bu senaryo tanıdıktı, çünkü 2009’da da aynısını yaşamıştık.
Kaderi belirleyecek 40 dakika başladığında her pozisyonda uzun oyunculardan kurulu ve bize çok ters gelen Belarus karşısında istediğimiz ritmi bulamadık. O sırada bizi bir şeylerin ayakta tutması gerekiyordu. Neyse ki Şaziye İvegin’in üçlükleri devreye girdi ve sayı üretebildik. Üçüncü çeyrek başladığında, kocaman Belaruslu oyuncuların etrafında vızır vızır dolaşan periler vardı. Rakibi top kayıplarına zorladık ve tempoyu artırdık. Ancak yapabildiğimiz en önemli iş, rakibin aşilini bulmaktı: İkili oyun savunması... Birsel Vardarlı ve Nevriye Yılmaz’ın önderliğinde başladığımız ikili oyunlar, bizi çeyrek finale taşıdı. Artık yapması gereken işi sahaya yansıtabilen bir takım olduk. Umutlanmak için sebep çoktu.
Çeyrek finalde karşımıza Karadağ geldi. Tüm maçlarını kazanan Karadağ karşısında ribaund alamadık bir türlü. Harika savunma yapıyor, ancak verdiğimiz ikinci şans sayıları yüzünden ayakta kalmakta zorlanıyorduk. Şaziye-Birsel ve Tuğba’nın üçlükleri bizi oyunda tuttu. Tıpkı Belarus maçındaki gibi, bir şekilde oyunda kalmayı başardıktan sonra, ikinci yarı Nevriye takımı galibiyete taşıdı.
picture

türkiye kadınlar basketbol milli takım, avrupa şampiyonası

Görsel kaynağı: AA

Turnuva başındaki hedefimizi tamamlamış, son dörde kalmıştık. Yeterli miydi? Evet, kesinlikle! Ancak dünyanın en iyi takımlarından biri olan Fransa’ya karşı oynanacak 40 dakikalık bir maç daha vardı. Beklenti sıfıra inmişken, kızların aklında tek soru vardı: “Neden olmasın?”
Böyle anlarda hemen her sporda Türk oyuncuların strese girdiği gözlemlenir. Kritik zamanlarda baskıyı kaldırmak çok kolay değildir bu topraklarda yetişen sporcular için. Perilerde durum biraz daha farklıydı. Hawaii’de doğan, Stanford mezunu biri için stresten bahsetmek çok mümkün olmadığından, Kristen Newlin çıktı sahneye. Olağanüstü oynadı, Fransa’ya karşı savaşmamızı sağladı. Son bölümde de Birsel Vardarlı bir lakabın nasıl hak edildiğini gösterdi tüm dünyaya. “Bayan Son Çeyrek” bize maçı getirdi.
Finalde kaybettik belki, ancak bu “Peri Masalı” mutlu sonla bitti. Türk kadınının neler yapabileceğini herkese ispatlamakla kalmadı bu takım. Uzun yıllar önce temeli atılmış, doğru planlanmış, SWOT analizini iyi yapmış, haddini bilen bir yapının en üst seviyede başarılı olabileceğini de gösterdi herkese.
Şimdi sırada Londra var. 2011’in en güzel masalı burada da devam etmeli.
İhtimal var mı?
Eurobasket 2011 sonrası kim “hayır” diyebilir ki? Ya da dese ne olur?
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam