Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Marcel Kittel'in Sprint Kılavuzu

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 17/02/2021 - 18:29 GMT+3

Başta 14 Fransa Turu etabı olmak üzere sicilinde 100'e yakın zaferi bulunan Marcel Kittel, iç içe delicesine dönen tekerlerin arsız dünyasında zirveye giden yolu anlatıyor: tekrar, kendine inanç, bağlılık ve tecrübe.

Marcel Kittel ist gegen eine Tour-Austragung ohne Fans

Görsel kaynağı: Imago

Bu yazının orijinali Rouleur.cc sitesinde yayımlanmıştır.
Sprint... sanatı? Hadi oradan! Bu doğru olamaz, benim yeteneklerim çöp adam çizmek ve dört yaşındaki bir çocuk kadar şarkı söyleyebilmenin ötesine geçemiyor. Hayır, sanat deyince benim aklıma Da Vinci'nin Mona Lisa'sı ya da Michelangelo'nun Sistine Şapeli'ndeki freskleri geliyor. Sanatçısının üzerinde yüzlerce gün çalıştığı ve uykusuz gecelerde nasıl geliştirebileceğini düşündüğü eserler... Kendi doğalarını özümseyip dış etkenlerden yalıtılmış halde sanatlarını ortaya koyabilmek adına sınır, kural ve dogmaları tanımayan özgür ruhlarca ortaya konmuş yapıtlar...
Küçük detaylara saatler harcanan, sonunda atölyede ilhamdan sarhoş olabilmek için yapıtın mükemmeliyetinin durmadan sorgulandığı, çaresizlikten kurtulmak amacıyla sonraki aydınlanmanın ufukta beklendiği sancılı bir süreç hayal ediyorum. Fakat sonunda, en derin duyguları ve aşk ile nefret arasında salınan tutkularından mütevellit ve insanlara daha önce görülmemiş bir şekilde dokunan, mükemmel bir şey çıkıyor ortaya.
Şimdi, bunu bir bisiklet sprintiyle karşılaştırın. Sprint, aynı basit hareketlerin tekrarından oluşan bir işlem. Tipik olarak nelerden oluştuğunu şöyle bir sayalım. İlk olarak, bir yarıştan önce kondisyonunuzun sağlam olduğundan emin olun. Son akşam, takım arkadaşlarınızla beraber yolu öğrenerek ve son kilometrelere Google Street View'den bakarak hazırlanın. Yarış için, özellikle de yarış sonu için stratejinize karar verin ve sonraki gün buna olabildiğince uyun. O ordudaymışçasına katı emirleri hatırlıyorum, takımda herkesin bir görevi olur.
Marcel Kittel
Bir kere yarışta, sprint rakiplerinizi ve takımlarını kontrol ediyorsunuz. Biraz “trash talk” olacaktır, size o gün ne kadar kötü gözüktüğünüzü söyleyebilirler. Aynı, yıllarca Andre Greipel'in bir numaralı domestiği olan Marcel Sieberg'in yaptığı gibi. Durmadan benimle ve diğerleriyle konuşurdu, özellikle de yarışın zor anlarında. Bazen bu beni gerçekten çok rahatsız ederdi çünkü pozisyon almaya ya da “grupetto” ile çıktığım yokuşta ritmimi korumaya odaklanmaya çalışırdım. Bu planlanmış bir taktik miydi yoksa yalnızca Siebi, Siebi'lik mi yapıyordu hiç çözemedim. Zamanla bu oyunu öğrendim, gülüp geçtim, daha önce hiç bu kadar iyi hissetmediğimi ve bu arada arka lastiğinin biraz sönük göründüğünü söylemeye başladım.
Ama aslında bok gibi hissediyordum. Öte yandan da bunun sinir bozukluğu ve gerginlikten kaynaklanan geçici bir his olduğunu biliyordum. Son on kilometre için geri sayım başladığında unutuluyor ve odağında yalnızca önceki gece hazırlanan plan oluyor. Son kilometrelerde etrafımda birçok gergin bağırış oluyor, herkes yardımcılarıyla beraber mükemmel pozisyonda olmayı istiyor. Sprinterler için, bacaklarınızda kalan enerjinin kalan mesafeye tamı tamına yetebileceği noktaya gelene dek bir bekleme oyunu söz konusu. Kararlar saliseler içinde, rakiplerle dirsek dirseğeyken alınıyor. Bitiş çizgisine tam hız gidiyorum, ayağa kalkıp vücudumun sınırlarını aşmaya çalışacağım anı bekliyorum, bacaklarımda kalan son enerjiyi kullanmak için dişlerimi gıcırdatıyorum... Her şey yolunda giderse bir sprinterin 'ustalık eseri', sonunda bütün takımıyla beraber sevinebildiği bir sprint oluyor.
Bence benim ustalık eserim kariyerimin erken dönemlerinde, 2013'te, Champs Elysees'de ilk kez zafere ulaştığımda geldi. Sürat manyak yüksekti ama takımımın zamanlaması da kusursuzdu: John Degenkolb ve Koen de Kort 250 metre kala beni pozisyona getirmişlerdi. Oradan itibaren artık her şey masadaydı. Erken gittim, dünyanın en ünlü yollarından birine dönmeden hemen önce. Kaldırım taşlarının tekerime vuruşunu hissedebiliyor ve dropları çok sıkı tutuyordum. Pedallara o kadar sert asılıyordum ki bazı noktalarda ön tekerim onlardan bağımsız hareket ediyor gibi geliyordu. Yüz metre kala Greipel ve Cavendish'in arkadan geldiğini gördüm ve o anda, bir kez daha her şeyimi verdim ve çizgide bisikleti fırlattım. Çizgiyi birinci olarak geçtiğimde, sonunda adımı seçkin sprinterler arasına yazdırmıştım. O sprintin YouTube'da 100.000 izlenmesi var ve bisiklet de hala sponsorun müzesinde, cam ardında duruyor.
Marcel Kittel
Herkes bir sprinterden, olağanüstü bir özgüven ve birincilikten azını başarısızlık kabul eden bir mentalite bekler. Genellikle boşboğaz, egoist bisikletçiler olarak görülüyoruz. Kendimizi daha önemli hale getirmek için hiçbir şans harcanmayacaktır. Yarın yarışı kim kazanabilir? Ben, tabii ki! Yüksek hızlı finişler sizi korkutuyor mu? Hayır, ne kadar çılgın o kadar iyi! Ha, bir de görünüşümüze önem veriyoruz. Hem de gerçekten önem veriyoruz. Sanki saçlarımız ve çoraplarımız ne kadar şıksa o kadar watt kazanıyormuşuz gibi. Herkes hayran kalacak, kızlar dâhil. Ve tabii tüm bunlar güven veriyor: "Her şey kontrol altında". Şimdi, beni kim yenebilir?
Sanırım, hiç bu klişeye göre yaşamaya çalışmadığımı söyleyebilirim. Öte yandan, gevşek ağızlı biri olmasam da, saçımdaki jöleye de kafamdaki kask kadar önem veriyordum. Kaskın altındaki saçımın güzel görünmesi gerektiğini düşünmem kesinlikle saçmalık ama öte yandan da sprinter karakterimin dolaylı bir göstergesi — belki de kazanma beklentimin ve podyumda güzel gözükme arzumun bir parçası.
Başa dönersek, yontulmamış sporcuların bu hiyerarşik ve basit sporun bu aşırı disiplininde pedallara hayvanice basmaları nasıl sanat olabilir ki? Belki de en iyisi bir adım geri atıp 'ustalık eseri' fikrine yeniden bakmaktır. Spor ve sprintler, izleyici için eğlence anlamına geliyor. Aynı iyi bir Jim Carrey filmi izlemek ya da Eric Clapton'ın müziğini dinlemek gibi. Bu örneklerde insanlar sanatçılarla ve eserleriyle bağ kurup bundan etkileniyorlar. Sprintler için de aynısı geçerli: her seyircinin ayağa kalkıp televizyon karşısında en sevdiği sürücü için haykırdığı anlar olmuştur, aynı Tom Hanks Cast Away'de arkadaşı Wilson'ı kaybettiğinde hepimizin ağladığı gibi.
Marcel Kittel
Lakin bu, buzdağının yalnızca görünen kısmı. En üst düzeyde sonuçlar ve performanslar için sıkı çalışmalısınız. Çok sıkı. Tour de France'tan önce yüksek irtifada üç hafta geçirdiğimi hatırlıyorum. Büyük tırmanışlarda altı saate varan uzun sürüşler yapmıştık. Sonunda neyi mi başardım? Yarışın yüksek dağlarda geçtiği günlerde “grupetto”dan kopmamayı. Daha kısa seanslardaysa çalıştırıcımız bize hoş sprint çalışmaları yaptırırdı: üç dizi 6x10 saniye sprint ve ardından da ağırlıkla squat egzersizi. Sonrasında merdiven çıkarken bacaklarım bıçakla kesiliyormuş gibi hissederdim.
Çalışmaya ilaveten, yetenekli olmalısınız. Çünkü basitçe, rakipten daha üstün konumdayken sıkı çalışmaya başlamak daha kolay oluyor. Sonra, hedefinize olan bağlılığınız önemli. Bu Champs Elysees'de kazanmak için de, biraz ilerisindeki Louvre'da sergilenen bir eser yaratmak için de geçerli. Bir vizyonunuz olmazsa kaybolursunuz.
Ama her şeyden önemlisi, takım. Tek başınıza zirveye çıkamazsınız. Bu hususlar başarının evrensel anahtarları, yeni şeyler değiller.
Benim için sprint, bütün bu temelleri alıp irade, özgüven, içgüdü ve tecrübeyle birleştirdiğinizde bir sanata dönüşüyor. Eğer bir Fransa Turu etap sonunda; üzerinizde üç helikopter uçuyorken, on binlerce taraftar yüzünüzün dibinde bağırıyorken, daralıp genişleyip sağa sola kıvrılan yolun orasından burasından trafik zımbırtıları fırlarken ve etrafta sizi alaşağı etmek isteyen 200 bisikletçi varken sakin kalamıyorsanız kazanma şansınız yok demektir.
Marcel Kittel
Dışarıdan bakılınca sprintin kendisi, az değişkenli basit bir formül gibi görünüyor: önde dur, son 250 metreyi bekle ve sonra gazı kökle. Fakat bahsettiğimiz etkenleri, üstüne bir de çok bitkin oluşunuzu ekleyince, karşınıza denklemlerin babası çıkıyor ve tek sabit siz kalıyorsunuz.
Mutlak kontrol sağlayamayacağınızı kabul etmeli ve kaosu kucaklamalısınız. Bu kaos sürekli yeni durumlar yaratıyor. Önsezi ve tecrübeniz ile bu kaosta ustalıkla davranabilmek de bir sanat. Öne geçme savaşında, her dolan boşluk, bir yerde yeni bir boşluk doğurur. Belli bir sakinliğe ya da kiminin 'sprinter gözü' dediği şeye sahip değilseniz, bunu göremezsiniz. Buna 'akış' deniyor: yalnızca önemli şeylere odaklanıp pelotonda istediğiniz gibi akabilmek. Gerekli içgüdünüz varsa, aynen bu şekilde, gerektiğinde doğru yerde olacaksınız. Bunu yakaladığınız günlerde hiç çabalamıyor gibi hissediyorsunuz ve sprintten önce ne yaptığınızı hatırlayamıyorsunuz çünkü yalnızca kendinizi akışa bırakmış oluyorsunuz.
Bu özel ruh haline sadece zihnen hazırsanız girebiliyorsunuz ki yeteneğinize olan inancınız da bunun bir parçası. Yapabilirsiniz çünkü! Sıkı çalıştınız, daha önce defalarca yaptınız ve takımınız yanınızda.
Özgüven, kendi fiziksel ve zihinsel kapasitenizin farkında olmak demek. Buna, her yarışı yeni bir şans olarak görmek de dâhil. Bugün kaybettiniz ha? Yarın yine deneyin. İnanın bana, bu mentalite genellikle bir sprinter için işin en zor kısmı oluyor. Ben bunu zamanla öğrendim. 2016 Tour'da mesela, ilk iki toplu sprinti de müthiş güçlü olan Cavendish'in arkasında bitirmiştim.
Marcel Kittel
Üçüncü etaptan sonra, finişte yaşadığımız sıkıntıları ve nasıl daha iyi olabileceğimizi konuşmak için takımdan ekstra bir toplantı istedim. Sonraki gün sprinti kazandık. Panik yapabilirdim ama grup olarak çalıştık, geliştik ve akşam yemeğimize şampanya eşlik etti.
Dışarıdan bakanlara sprinterler sert adamlar gibi görünüyor ama bu birçok durumda son derece şüpheli. 'Kazanan tümünü alır' mentalitesine sahipseniz bu, kaybedenin de hiçbir şey almadığı anlamına geliyor. Bu da zamanla özgüveninizi kemiriyor. Bu durumda iki seçeneğiniz var.
Biri, kendinizi çok kaybetmeden durumu etraflıca görebilip özgüveninizi yüksek tutarak durumla baş etmek. Bir sporcunun bunu yapabiliyor oluşu, ne kadar güçlü olduğunun önemli bir göstergesidir. İkinci seçenek ise benim şu ana dek severek uyguladığım yol: yardıma ihtiyacınız olduğunda bunu gören takımınız ve etrafınızdaki insanlara sığınmak. Sporunuzu yüzde 110'la yaşıyorken, haliyle, bazen asıl önemli noktaya odaklanmak zor oluyor. Kulağa aptalca geliyor ve öyle de zaten ama bazen bir hazırlık yarışını kaçırmak moralinizi o kadar bozuyor ki birkaç hafta sonraki asıl yarışa olan odağınız bozuluyor. Zor zamanların ardından ihtiyacınız olan özdüşünüm için size ihtiyacınız olan konuşmaları ve gönül ferahlığını sağlamak da çalıştırıcınız ve takımınızın görevi. Yenilgilerle hızlıca ve kolayca başa çıkabilen sprinterler, zirveye çıkanlar oluyorlar. Fakat zaman zaman bunu yapmak gerçekten çok zor oluyor.
Her yeni yarış, üzerine karakalemle bir kabataslak çizilmiş boş bir tuvale benziyor. Saatler geçtikçe, sizin ve takımdaşlarınızın çevirdiği her pedal ile, tuval gelişiyor ve doluyor. Tabloyu bitirmek, sprinterin görevi. Ama görünüşe bakılırsa elinde yalnızca kalın bir fırça var, bunu ince bir teknikle kullanmalı ki ondan önce yapılan bütün güzel işi berbat etmesin.
Bu, sakin bir kafa ve nerede fırçayı bastıracağını, nerede renk değiştireceğini bilecek kadar da bilgelik istiyor. Nerede frenlere dokunacağı ya da pozisyon değiştireceği artık bilinçli bir karar olmuyor, içgüdüye ve tecrübeye dayanıyor. Fakat sonunda basit ve kolay gözüken bir sprintle taraftarları etkileyebildiğinizde, kendinize sanatınızın üstadı demeye hak kazanmış oluyorsunuz.
Yazı: Marcel Kittel
Çeviren: Ege Sanlav
Orijinal Link:
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam