Boksun efsaneleri #31 | Floyd Patterson: “Sevimli Hayalet”

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 06/11/2020 - 03:53 GMT+3

Cihat Gemici, boks tarihinin efsanelerini yazıyor.

Profesyonel boksun tarihi gong sesinden sonra kanvasın üzerinde, iplerin arasında birbirlerine meydan okuyan cesur eldivenlerle yazılmıştır. Yayımlayacağımız yazı dizisinde boksun ilk dönemlerinden günümüze dek uzanan unutulmaz efsanelerin hayat öyküleriyle dünyanın farklı yerlerinde tarihi bir yolculuğa çıkacağız.
1953 yılının ilk ayında Chicago’da televizyondan yayınlanan bir orta sıklet maçı son sürat devam ediyor. Bir yanda memleketinde dövüşen yerel boksör Chester Mieszala diğer yanda ise Olimpiyat Şampiyonu Floyd Patterson var. Altı rauntluk maçta üstün taraf Patterson olarak gözüküyor. Boks yetenekleri çok daha iyi ve rakibini canından bezdiriyor. Yaptığı sert bir vuruşla Mieszala’nın dişliğini yerinden çıkarıyor. Rakip kafası karışmış bir şekilde ringde dişliğini ararken seyircinin beklentisi Floyd Patterson’ın hızla gelip rakibin işini bitirmesi. Bir ceylanın ayağı avcının kurduğu tuzağa sıkışmış ve çıkamıyor. Avcının yapması gereken net bir vuruşla ceylanın işini bitirmesi ama avcı doğasına aykırı davranıyor. Patterson rakibin yanına gidip eğilerek Mieszala’nın dişliğini bulmasına yardım ediyor.
Patterson, mesleğiyle tam tersi yaradılışa sahip bir adam. Çocukken severek izlediğim sevimli hayalet Casper’a benziyor. Doğası gereği insanları korkutması gereken Casper naif, tatlı kişiliği ile insanlarla dost olmak istiyordu. Görünmezlik konusunda da benzerlikleri bulunan bu ikili birbirine çok benziyor. Patterson en çok öfke duyduğu maçta bile Casper olmaktan vazgeçemedi. Unvanını kaybettikten sonra rövanş maçında Johansson’u feci bir şekilde nakavt etti. Johansson ilk maçı kazandıktan sonra çok fazla boşboğazlık etmiş ve kendisiyle övünmüştü. Patterson İsveçliyi yere serdikten sonra coşkulu taraftara dönerek sevincini yaşadı ama bu sevinç uzun sürmedi. Geriye dönüp kanvasta yatan rakibine baktığında yerde adeta titreyen bir adam gördü. Hemen bir dakika önce yere indirdiği rakibinin yanına giderek ona sarıldı, yanağından öptü ve üçüncü maç için söz verdi.
Hassas, dürüst ve insancıl bu kelimeler bir boksörü tanımlarken çok fazla başvurduğum kelimeler değil. Patterson’ın ağabeyi de kardeşinin efsane bir boksör olmasını kendi içinde yadırgamış. “Onun bu denli nam salan bir boksör olmasına hala alışamadım. Beden eğitimi dersinde ufak bir darbede ağlayan çocuk hangi ara bu kadar sert bir adama dönüştü?” İnsanın iç dünyasına tesir edebilen bir boks şampiyonu daha önce gelmemişti. Bu özellikleri sayesinde boks dünyasında çok sevildi. Halk tarafından kabul gördü. Yine aynı özellikleri yüzünden boks dünyasında hor görüldü, halk tarafından aşağılandı.
Floyd Patterson Brooklyn’in Bedford Stuyvesanat fakirliğin kol gezdiği temel ihtiyaçların karşılanmasının lüks olduğu bir muhitte büyüdü. Annesi ve babası ağır işlerde çalışıyordu. On bir çocuğa bakmak için rahatlarından ödün vermeleri zorunluydu. Floyd bu kalabalık aile içerisinde yalnızlığı hissediyordu. İki erkek kardeşi ile aynı yatağı paylaştığı gecelerde bile kimsesi yoktu. İnsanın yalnızlığı ruhunda olunca kimlerle birlikte olduğunun önemi yoktu. Floyd da böyleydi. Ebeveynleri sabahtan akşama kadar çocukları için çalışıp didinirken o aylak aylak geziyordu. Kendini işe yaramaz hissetmesi bu dönemde başladı. Yalnızlığı sevmesi karanlıkla arkadaş olması da yine bu zamanlarda olmuştu. Geceyi o kadar çok seviyordu ki birçok kez komşuları onu uyurgezer bir şekilde sokaklarda dolaşırken bulmuştu. Yalnızlığı o kadar istiyordu ki sinemada sabah matinesinden akşam matinesine kadar kalıyor, trene ilk duraktan binip son durağa kadar gidiyordu.
Fakirlik ve yoksunluk sonunda onu sahip olmadığı şeyleri izinsiz bir şekilde edinme yöntemiyle tanıştırdı. Eskiden Tanrı’ya bir bisikletim olsun diye dua ederdim sonra Tanrı’nın çalışma yönteminin bu olmadığını anladım. Ertesi gün bir bisiklet çaldım ve Tanrı’ya beni affetmesi için dua ettim diyen Al Capone gibi beylik bir laf ederek bunu yapmadı. Bütün isteği akşam eve geldiğinde annesine verebileceği bir şeylerin olmasıydı. Bu yüzden litrelik süt, meyve, sebze çalmaktan öteye gidemedi. Fakat bu ufak hırsızlıklar, okuldan kaçmalar ergenliğe ulaşmadan otuz kırk sayılarına çıkınca hakim bey artık bu ufaklığı görmekten sıkılmıştı. 11 çocuktan birisini Wiltwyck Okulu’na yollayan anne Patterson’ın mutlu hali Floyd’u o gün kızdırsa da gittiği okulun onu ıslah etmesi geleceğini şekillendiren şey oldu.
Islah okulunda iki yılda okumayı öğrenen ve utangaçlığı bir kenara bırakarak kabuğundan çıkan Patterson iki yıl sonra eve döndü. İki erkek kardeşini göremeyince onları aramak için dışarı çıktı. Kardeşleri on dördüncü caddedeki Gramercy adında bir spor salonuna gitmeye başlamıştı. Bu salonun sahibi Cus D’Amato adında bir adamdı. Salonun arka tarafında bulunan bir odada yatıp kalkan bu nevi şahsına münhasır kişilik, hayatını boksa vakfetmiş kendi halinde birisiydi. Köpeği ve salonu ona yetiyordu. D’Amato’nun bu hikayesini öğrendikten sonra başrolünde Jake Gylnhall’in oynadığı Southpaw filmindeki Forest Whitaker size daha tanıdık gelecektir. Hiçbir detaydan kaçmadan oluşturulan bu karakterin tıpkı D’Amato gibi bir gözü tam görmüyor.
D’Amato ve Floyd’un bazı yönleri benziyordu. İkisi de insanlardan korkuyordu. D’Amato özellikle mafyadan korkardı. Onun döneminde boks işlerini mafya yürütürdü. Yatağının altına silah koyacak, tren raylarına itilmekten korkacak kadar paranoyak bir adamdı. Nietsczhe okurdu. İkinci Dünya Savaşı okumaları yapardı.
Cus, acıdan beslenen bir adamdı. Rocky filminde “acı yok” repliği D’Amato’dan alınmış olmalıydı. Öyle değilse bile ben öyle olmasını isterdim. Çocukken yoldan geçen cenazeleri izleyen, yemeği alınınca kendini aç bırakan bir karakterden bahsediyorum. Onun için keyif demek güvensizlik demekti. Refaha erenler korkaklardı. Ona göre huzurlu insanlar ölümden korkardı. Bu mazoşist yaklaşımı kendisine nasıl bir mutluluk daha doğrusu onu tatmin eden bir mutsuzluk sağlıyordu bilinmez ama bu duygularını bir antrenör olarak boksör yetiştirirken oldukça iyi kullandı. Eline geçen ilk değerli maden Floyd Patterson’dı. İşlenmesi gereken bir mücevherdi. Onu acıyla, disiplinle, ter kokan salonunda yoksunlukla işledi. Patterson 14 yaşında salona girdiğinde başına geleceklerden habersizdi. Patterson’ın yeteneği vardı ama korkuları da vardı. Korkuları olan bir adam boksör olabilir miydi? D’Amato “Korku sizin arkadaşınızdır. Korkmazsanız hayatta kalamazsınız ormanda ceylan aslandan korkmalı her zaman tetikte olmalı ki ona av olmasın” derdi.
1952 yılında Floyd Patterson Helsinki Olimpiyatları’na gitti ve altın madalya kazandı. Müthiş derecede hızlı bir sol yumruğu vardı. İçeriye girebiliyor ve ardından kombine yumruklar atabiliyordu. 17 yaşında ABD’ye bir kahraman olarak döndü. Yazarlar onun stilini “peek-a-boo” olarak tanımladı. Bunun anlamı bebeklerle ce-ee denilerek oynanan bir çocuk oyunuydu. Patterson iki elini de tıpkı bir bebeği kandıran yetişkin gibi çok yukarıda tutuyor ve rakibine karşı kendini koruyordu sonra bir anda adeta ce-ee diyerek yumruklarını açıyor ve rakibin işini bitiriyordu. Bugün daha çok Mike Tyson ile anılan peek-a-boo tarzının doğuşu böyle gerçekleşmişti. Mike Tyson, D’Amato’nun son öğrencisiydi.
Floyd Patterson aynı yıl profesyonel oldu. İlk 13 maçını kazandıktan sonra Joey Maxim’e karşı ilk yenilgisini aldı. Patterson 19, Maxim 32 yaşındaydı. Maç sonunda ring kenarındaki 11 yazar maçı aslında Patterson’ın kazandığını savundu. Rocky Marciano emekli olarak ağır sıklet unvanını boşa çıkardı. Patterson 1956 yılında tecrübeli boksör Archie Moore’u 5. Rauntta nakavt ederek tarihin en genç profesyonel ağır sıklet dünya şampiyonu oldu. Bu başarıyı kazanırken 21 yaş 10 ay 3 hafta 5 günlüktü. Daha önceki rekor 23 yaşında Jimmy Braddock’u yenerek şampiyon olan efsane Joe Louis’e aitti. Bu rekor 1986 yılında Trevor Berbick’i nakavt eden 20 yaşındaki Mike Tyson tarafından kırılına kadar Patterson’da kaldı. Ne tesadüftür ki Mike Tyson da Cus D’Amato’nun öğrencisiydi. Ama Tyson şampiyonluğunu antrenörüyle kutlayacak kadar şanslı olmadı. D’Amato 1985 yılında hayatını kaybetti.
Beşinci defa unvanını korumak üzere 1959 yılının Haziran ayında Ingemar Johansson ile ringe çıktı. Patterson 5-1 maçın favorisiydi. AP’nin (Associated Press-Haber Ajansı) boks yazarlarından 69’undan 63’ü Patterson kazanır demişti. O 3 kişinin dediği oldu. İsveçli boksör şampiyon Patterson’ı 3. Rauntta müthiş bir sağ ile yere serdi. New York, Yankee Stadyumu’nu şoke eden Johansson, o yıl Ring Dergisi tarafından yılın boksörü seçildi. Patterson ise utancından yerin dibine girmişti. Bu sporda nakavt olmak sıradan bir durumdu ama Patterson gibi duygularıyla yaşayan bir adam için 21,961 biletli seyirci önünde kanvasa düşmek ve bir daha kalkamamak çok acı vericiydi.
Tam bir yıl sonra 1960 yılının Haziran ayında Johansson ve Patterson tekrar karşılaştı. Bu sefer favori 8-5 ile Johansson’du. Fakat eski şampiyon bu kez dersine iyi çalışmıştı. Patterson maç sonrasında yakın çevresine yenilmesi halinde yanında kaybetme paketi olarak adlandırdığı içinde peruk ve takma sakal olan çantasını yanında getirdiğini anlattı. Neyse ki bunlara ihtiyacı olmadı. 5 rauntta İsveçlinin işini bitirdi. Bu galibiyetle Floyd Patterson o dönem için tarihte unvanını geri kazanan ilk ağır sıklet şampiyon olmuştu. Daha önce Jack Dempsey, Joe Louis gibi isimler bunu denemiş ama başarılı olamamıştı. İkili arasındaki üçüncü maç 1961 yılının Mart ayında yapıldı. Patterson ikinci maça bir raunt daha ekleyerek seyircilerin parasının hakkını vermeye çalıştı ve Johansson’u altıncı rauntta nakavt etti.
Johansson üçlemesinden sonra Toronto’da McNeely isimli bir adamla ringe çıktı. Aynı sırada Philedelphia’da Sonny Liston isimli bir ağır sıklet önüne geleni buldozer gibi ezip geçiyordu. Liston mafya bağlantısı ve kriminal geçmişi ile kamuoyunun pek haz etmediği bir adamdı. Patterson ise olması gerektiği gibi bir şampiyondu. Başkan John Kennedy bu iki adamın maçlarını izledikten sonra Patterson’ı Beyaz Saray’a davet ederek “bu Liston denen adamı yenmelisin” dedi. O maç, o gün orada ayarlanmıştı. Liston kendi tabiriyle kovboy filmlerindeki kötüleri temsil ediyordu. Patterson ise iyilerin adamıydı. Patterson her ne kadar istenilen adam olsa da ırkçılığa maruz kalmaktan kurtulamadı. Restoranda yemek yemesi istenmiyordu.
İki siyahi adam farklı iki bakış açısını temsil ediyordu. Norman Mailer, David Remnick’in kitabında şöyle demişti “ Siyahiler Patterson’ı istedi çünkü bu adam siyahların hem başarılı hem de güvenilebilir olabileceğini kanıtlamıştı. Bu maç biraz Gabriel Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanı gibiydi. Sonucu herkes biliyordu ama Patterson’a kimse söyleyemiyordu. Anthony Joshua’nın Charles Martin ile yaptığı ve IBF unvanını aldığı, Golovkin’in Kell Brook’a havlu attırdığı ya da Mike Tyson’ın Michael Spinks’i mağlup ettiği tek taraflı maçlara benziyordu.
İlk rauntta iki dakika altı saniye geçtiğinde bu müsabakaya dair her şey bitmişti. Sözleşmeye göre eğer Liston kazanırsa bir ikinci maç yapılması gerekiyordu. Değişen tek şey 4 saniye oldu. Rövanş maçında Liston Patterson’ı ilk rauntta iki dakika on saniyede nakavt etti. Fiziksel acı geçmişti ama duygularının incinmesi Patterson’ı mahvetmişti. En kötüsü de nakavt olduktan sonra ringden inip insanların arasından soyunma odasına kadar gitmekti.
Patterson duşunu aldı. Bütün salonun boşalmasını bekledi. Sessizliğin sesini dinleyip huzur bulduktan sonra soyunma odasından çıktı. Tanınmamak için yanında getirdiği takma sakalını ve peruğunu taktı. Chicago’dan ayrılarak 22 saat yol yaptı. Herkesi ve her şeyi ardında bırakmak istiyordu. Şehrinden uzaklaşmak yetmedi. Havaalanına giderek İspanya’ya bir uçak bileti aldı. Ülkeyi arkasında bırakmak istiyordu; öyle de yaptı. Yaşar Kemal’in Sait Faik Abasıyanık için söylediği “Bu adamın üstünden başından yalnızlık akar” cümlesinin hayat bulmuş hali gibiydi. Kendisiyle baş başa kalmak ona iyi gelecek tek ilaçtı o da bu ilacı yüksek dozda aldı.
Liston yenilgisi sonrasında ülkesi ABD’de maça çıkması için 2 yıl geçmesini bekledi. Bu süre zarfında İsveç ve Porto Riko’da toplam 5 maç yaptı ve hepsini kazandı. New York Madison Square Garden’da George Chuvalo’yu ortak kararla yendikten sonra özgüveni biraz da olsa yerine gelmişti. 1965 yılının Kasım ayında dünya şampiyonluğu için bir çocukla karşılaştı.23 yaşındaki bu genç adamla 1960 yılında tanışmıştı. Roma’daki olimpiyat oyunlarında altın madalya alan ismi Romalı Gladyatörlere benzeyen Casius Marcellus Clay adındaki bu geveze çocuk 5 yıl içinde 21 maç yapmış ve Patterson’ın iki maçta nakavt olduğu Sonny Liston’ı sonuncusu sadece 6 ay önce gerçekleştirilen iki maçta da ringden silmişti.
Clay gevezenin tekiydi. Hatta lakabı Louisville Lip’ti. Doğduğu yer olan Louisville’in Çenesi manasında söyleniyordu. Çenesi hiç kapanmazdı. Sabahtan akşama kadar konuşup uyurken kendisine masal anlatan, rüyasında gördüklerinin tabirini kendisine yorumlayan çenebaz bir adamdı. Boks dünyasına yeni bir soluk getirerek rakiplerini kaçıncı rauntta nakavt edeceğini söylüyordu. Daha da ilginci vaat ettiği rauntta rakiplerini indiriyordu. Patterson’a tavşan ve Tom Amca lakaplarını taktı. Cassius aykırı ve düzene baş kaldıran bir adamdı. Liston maçından sonra Müslüman olduğunu açıklamıştı. Patterson ise Siyah Müslümanlar hareketinin insanlık için rezil bir organizasyon olduğunu düşünüyordu. Patterson’ın tarafında durduğu şeyin savunulacak tarafı olmasa da aslında o iyinin ve barışın peşindeydi. Gerçekten de dediği gibi o dönem Siyah Müslümanlar hareketi aslında İslam’dan uzak, ırkçı bir organizasyondu. Tüm beyazların şeytan olduğunu iddia ediyorlardı. Cassius da Patterson’ın beyaz Amerika’nın şampiyonu olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden maça çıkana kadar eski şampiyonla uğraşmaya devam etti. Bizler bu çocuğu daha sonra Muhammed Ali olarak tanıdık. Tarihin en iyisi…
Muhammed Ali, çok rahat bir şekilde götürdüğü maçta “Haydi Amerika, haydi Beyaz Amerika” diye diye Patterson’ı 12. Rauntta nakavt etti. Patterson’ın unvanını geri alma hayalleri suya düştü. Birçoklarına göre tarihin en iyi ağır sıkleti olarak gösterilen Joe Louis maçtan sonra şu açıklamayı yaptı. “İstediği zaman Patterson’ı nakavt edebilirdi. Şimdi bu durumla yüzleşelim onu nakavt etmedi çünkü o acımasız ve bencil biri”. Evet, boksun saygın adamları Ali’ye karşıydı. O dönemler söylediklerini işitince çok da haksız sayılmazlardı. Ali kibirli, çok konuşan ve hiç susmayan bir gençti. Ama ringde ondan iyisi yoktu. Sonraları ringin dışında da ondan iyisi olmadı. Patterson ona hep Clay dedi Ali de ona hep tavşan diye seslendi. Yıllar sonra barıştıklarında bile bu değişmedi.
Patterson’a dönecek olursak Ali’ye yenildikten sonra İngiltere’ye giderek efsanevi Wembley Stadyumu’nda Henry Cooper’ı nakavt etti. Patterson ceylan gibi sekerek mükemmel kroşeler vururdu. Bu vuruşa “Gazelle Punch” denirdi. Teknik özellikleri bakımından Cus D’Amato tarafından yetiştirilmiş şahane bir boksördü. Şanssızlığı önce Liston sonra Ali gibi isimlerle aynı zamanı paylaşmak oldu. Son maçını 37 yaşındayken yine Muhammed Ali ile yaptı. Sonra bir daha ringe çıkmadı.
1968 yılında Wild Wild West isimli yapımda oyunculuğu deneyimledi. 1969 yılında ilk eşi Sandra hicks Patterson’dan boşandı. Gerekçesi karısının Floyd’dan boksu bırakmasını istemesiydi. Floyd ise boksta hala yapabileceği şeyler olduğuna inanıyordu. Haklı olan taraf karısıydı. Floyd boksu bıraktıktan sonra Ingemar Johansson ile dostluğunu pekiştirdi. Atlantiği aşarak karşılıklı ziyaretler yaptılar. Onların dostluğu biraz Louis ve Schmeling’e benziyordu. Stockholm Maratonu’nda birlikte koştular. İkisi barış elçileri gibilerdi. Evlatlığı Tracy Harrison Patterson’ı çalıştırdığı dönemde iyi bir antrenörlük kariyeri yaptı. 1992 yılında baba-oğul WBC süper horoz sıklet unvanını kazandı.
Hayatının son döneminde alzaymır hastalığı ile mücadele etti. Bir keresinde boksla ilgili olarak şunları söylemişti. “Boks bir kadını sevmek gibidir. Bir kadın itaatsiz olabilir, acımasız olabilir ama fark etmez. Eğer o kadını seviyorsanız size her türlü zararı verse de onu istersiniz. Benimle boks arasındaki ilişki de böyleydi. Bana verilebilecek her türlü zararı verdi ama onu sevdim” ring içinde eleştirileri kabul ederken aynı zamanda kalitesini de ortaya koyuyordu. “Benim hakkımda en fazla yere düşen boksör diye bahsediyorlar ama en fazla ayağa kalkan boksör de benim.” Arkadaşlığa dair ise şu sözü gelecek nesillere güzel bir nasihat niteliğindeydi “Milyon dolarlarınız olduğunda, milyonlarca arkadaşınız olur.”
Floyd Patterson, iyilik timsali bir yürek, harika bir boksör ve unutulmaz bir şampiyon olarak 2006 yılının Mayıs ayında 71 yaşında kendi evinde hayatını kaybetti.
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam