Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Boksun efsaneleri #5: Mike Tyson - Gidilmeyen yol

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 27/04/2020 - 19:12 GMT+3

Michael Jordan ile aynı hastanede doğması, babasını tanımazken annesini küçük yaşta kaybetmesi, yirmi yaşında tarihin en genç şampiyonu olması, bir dönem sadece evcil kaplanını beslemek için günlük bin beş yüz dolar harcaması, rakibinin kulağını ısırması veya 53 yaşından sonra kenevir işine girmesi. Cihat Gemici, Mike Tyson'ın kanvastaki hikâyesini ve salon dışı hayatını yazdı

mike tyson frica

Görsel kaynağı: Getty Images

Profesyonel boksun tarihi gong sesinden sonra kanvasın üzerinde, iplerin arasında birbirlerine meydan okuyan cesur eldivenlerle yazılmıştır. Yayınlayacağımız yazı dizisinde boksun ilk dönemlerinden günümüze dek uzanan unutulmaz efsanelerin hayat öyküleriyle dünyanın farklı yerlerinde tarihi bir yolculuğa çıkacağız.

sarı bir ormanda ikiye ayrıldı yolum,
ikisinden birden gidemediğim ve yazık ki
tek yolcu olduğum için üzgün, uzun uzun
baktım görene kadar birinci yolun
otlar çalılar arasında kıvrıldığı yeri;
Brownsville’de soğuk ve sessiz bir günün bitiminde hava kararıyor. İnsanlar evlerine dönmüş, sokak lambaları sararmış, dükkânlar reklam ışıklarını yakmış… Köşe başında birkaç siluet beliriyor. İki üç tane uzun boylu adam bir şeyler tartışıyor. Yanlarında bu muhabbetin dışında kalan bir de kısa boylu bir çocuk var. Gölgeler karanlıktan çıkıp yavaşça sokağın sonundaki dükkâna doğru ilerliyor. Birkaç dakika sonra dükkânın kapısı bir hışımla açılıyor. Siluetler silahlarını dükkân sahibine doğrultulmuş, yanlarındaki çocuk kasadaki paraları alıyor. Hepsi birlikte çıkıp gidiyorlar.
13 yaşındaki çocuk kısacık ömründe tam 38 defa tutuklanmış. Daha o yaştayken adi suçlar hayatının bir parçası, sokak kavgaları günlük öğünleri olmuş. Biyolojik babası Purcell Tyson’ı hiç görmemiş, baba diye bildiği Jimmy Kirkpatrick çocuk iki yaşındayken aileyi terk etmiş. Anne Lorna, üç çocuğu kendi başına yetiştirmeye çalışırken çocuk on altı yaşına geldiğinde annesi kanserden hayatını kaybetmiş.
“Hayatım boyunca annemin benim yaptıklarımla gurur duyup mutlu olmasını görmek istedim. Bu hiç olmadı. O beni hep sokaklarda vahşice dolaşan, eve parasını ödemediğimi bildiği yeni elbiselerle gelen küçük çocuk olarak bildi. Hiçbir zaman onunla konuşma fırsatım olmadı. Profesyonel olarak bu durum beni etkilemedi ama duygusal ve kişisel olarak beni mahvetti.”
Mike Tyson
Jolly Stompers çetesine katıldığından beri başı beladan kurtulmuyordu. 10 yaşındaydı. İlk kavgasını çok sevdiği güvercinleri için yapmıştı. “Zalim” Garry, Tyson’ın çaldığı bir güvercini Tyson’dan çaldı. İlk kavgasının nedeni bir çalıntı bir kuştu. Güvercini geri istediğinde Zalim Garry hayvanın kafasını koparıp üzerine attı. İşte o an dövüşçü Mike doğdu. Zalim Garry’yi bir güzel patakladı ve ünü Brownsville’e yayıldı. Başka mahallelerin iyi dövüşen çocukları Tyson’ın karşısına çıkartılıyordu. Büyük çocuklar da kavga edenlerin üzerlerine bahis oynuyorlardı. Mike o dönemlerde çok zorda kalırsa rakiplerini ısırırdı. Bütün bu pis işleri yapmak onun kötü şöhretini tüm çevreye yayıyordu. Son olarak birisini bıçakladı.
Bu dibe doğru giden hayatında kötü gidişata bir son verilmek amacıyla Tryon Reform Okulu’na gönderildi. Burada hayatını değiştiren Bob Stewart adında eski bir boksörle tanıştı. Çocuğun amacı bu eski boksörden yumruklarını nasıl kullanacağını öğrenmek ve sokak kavgalarında dayak yememekti. Bob ise ona boks yapmayı sadece beladan uzak durması ve okula önem vermesi şartıyla öğreteceğini söylüyordu.
Boks öğrenme isteği ağır bastı. Derslerine yoğunlaştı ve önemli bir gelişme kaydetti. Bob ile aralarında geceleri yatağından düşmesi dışında bir sorun yoktu. Yatağına uzandığında karanlıkta gölge boksu yapmaya başlıyor ve kontrolünü kaybederek yataktan düşüyordu. Bu kontrol kaybı ilerleyen yıllarda sıklıkla tekrarlanacaktı. Bob elindekinin sıradan bir yetenek olmadığını anlamıştı. Bu çocuğa öğretecekleri çocuğun öğrenebileceklerinin çok azına denk geliyordu. Çareyi dönemin en önemli menajer ve antrenörlerinden Cus D’Amato’ya başvurmakta buldu.
sonra öbürüne gittim, o kadar iyiydi o da,
ve belki çimenlik olduğu, aşınmak istediğinden
gidilmeye daha çok hakkı vardı; oysa
oradan gelip geçenler iki yolu da
eş ölçüde aşındırmıştı hemen hemen,
Cus D’Amato Catskill, New York’ta bir boks salonu olan, hayatını boks üzerine inşa etmiş, sıradan bir hayat yaşayan sıra dışı bir adamdı. Sahip olduğu tek dost sadık köpeğiydi. Zaman zaman salonundaki bir göz odada kalıyordu. 2015 yılında başrolünü Jake Gyllenhall’in oynadığı “Southpaw” filminde geleneksel metotları benimseyen Forest Whitaker’ın canladırdığı antrenörün gerçek hayattaki yansımasıydı. Filmde olduğu gibi D’Amato’nun da bir gözü iyi görmüyordu. Küçüklüğünde kafasına aldığı sopa darbesi sonu sol gözü görme yetisini kaybetmişti. Belki bu yaşta edindiği kötü tecrübeden belki de askeri tarih ve Nietzsche’ye merakı sebebiyle acı ve dayanıklılık felsefelerini benimsemişti.
Paraya değer vermeyen bir adamdı. Onun için para trenlerin arkasından havaya saçmak içindi. İlk büyük şampiyonu Floyd Patterson’dı. Onunla kazandığı paradan süslü bir kemer yaptırıp boksörüne hediye etmişti. İkinci büyük şampiyonu Jose Torres’ti. Torres’in dediğine göre D’Amato deli dâhi gibi bir şeydi. O dönem boksu yöneten mafyadan korkardı. Trenlere binmek istemezdi. Birisinin onu raylara atacağından korkuyordu. Ama bu korkusuna rağmen mafyaya karşı konuşabilen bir adamdı. Ceylanın aslana yem olmamasının içindeki korku sayesinde olduğunu söylerdi. Ona göre korku insanı hayatta tutuyordu.
Mike Tyson ve Cus d'Amato
D’Amato’ya göre para, güven ve keyif; mutlak suretle sonunda elemle sonuçlanacak şeylerdi. D’Amato tatlı bilimin tatlı mazoşistiydi. Acıyla yoğrulmuş, çileyle kutsanmış, öğrencilerinin teriyle ıslanmış eski kafa bir felsefesi vardı. İşte bu adam on altı yaşında annesini kaybeden Mike Tyson adındaki çocuğu eğitmek üzere yanına aldı. Onu ilk gördüğünde gözleri fal taşı gibi açılmış ve ağzından şu kelimeler çıkmıştı, “Bugün yeniden doğdum.” Kendi evini ona açtı. Çocuğa okumayı öğretti. Boksun tarihini anlattı. Çocuğun doğduğundan beri görmediği baba figürü oldu.
D’Amato’nun ilk şampiyonu Floyd Patterson olağanüstü bir boksördü. Olimpiyat altın madalyasının yanına bir de 21 yaş 11 aylıkken Archie Moore’u yenerek tarihin en genç ağır sıklet dünya şampiyonu unvanını eklemişti. Ringde D’Amato’nun ceylanı gibiydi. Korku içgüdüsüyle aslanlara yakalanmıyordu. Hatta üstüne bir de ceylan vuruşunu geliştirmişti. Bu vuruşla dünya şampiyonluğuna kadar yükseldi. Lakin Patterson, rakiplerine göre fizik olarak küçük kalıyordu. Öldürücü bir içgüdü ile ringe çıkması mümkün değildi. Bu nedenle Sonny Liston maçlarında ringde varlık gösteremedi.
D’Amato’nun eline şimdi yetenekli bir başka çocuk geçmişti. Yine fiziksel olarak dezavantajlıydı ama bu çocuk en az bir kaplan kadar vahşiydi. D’Amato ona acı çektirmenin kutsallığını anlattı. Kalbinin derinliklerine en iyi olduğunu bir yenilmez olduğunu bir tohum gibi ekti. Tyson’a antrenman, günlük ev işleri, boks maçları izleme zamanı ve içinde yaramazlıklara yer olmayan bir askeri düzen kurdu. Olayı disiplindi. Daha önce yaptığını tekrar yapmak istiyordu. Onu en genç dünya ağır sıklet şampiyonu yapacaktı.
“Bir çocuk bana kıvılcımla geldi. Ben kıvılcımı besledim ve alev aldı. Alevi besledim ve yangına dönüştü. Yangını besledim ve o kükreyerek her yeri sardı.” –Cus D’Amato
14 yaşında ulusal şampiyonayı kazandı. En kısa nakavt rekorunu sekiz saniye ile kırdı. Tyson’ın bu sansasyonel amatör kariyerine damga vuran isim Henry Tillman oldu. 1984 Olimpiyat elemelerinde Tillman iki maçta da Tyson’ı mağlup etti. Los Angeles Olimpiyatları’na giden Tillman altın madalya kazanarak Tyson’ı yenmesinin tesadüf olmadığını kanıtladı. Ama ikilinin arasındaki hikâye burada bitmeyecekti.
1985 yılının Mart ayında 18 yaşındaki Mike Tyson ilk profesyonel maçına çıktı. Hector Mercedes’i ilk rauntta nakavt ederek insanlara neyle karşı karşıya olduklarına dair ilk mesajı verdi. Mike, ringe çıktığında şimşek gibi hızlı elleri, kaplan gibi amansız gücü ve müthiş defansif yetenekleriyle rakiplerinin gözünü korkutuyordu. Cus D’Amato’nun ona öğrettiği “Peek a Boo” (Küçük çocuklarla oynana ce-ee oyunu) taktiği ile rakiplerini kısa zamanda yere seriyordu. Antrenman partnerleri bir gece yarısı ışıkları dâhi açmadan sessizce evi terk ediyordu. Tyson, ringleri kasıp kavururken 1985’in Kasım ayında onun için yeni bir trajedi ile karşılaşmanın vakti gelmişti. Hayatındaki tek baba figürü olan Cus D’Amato hayatını kaybetti.
“Karanlıkta kaldım” –Tyson
D’Amato’nun ölümünün ardından Tyson’ın baş antrenörlüğüne Cus’un yanında çalışan Kevin Rooney geçti. İki hafta sonra 13. nakavtlı galibiyetiyle ringlere döndü. 1986 yılına geldiğinde 20 yaşındaydı. 22-0’lık bir kariyer inşa etmişti. 1986 yılında tam 13 maç yapmıştı. Bu maçların 21’ini nakavtla kazandı. Genç yaşında amacına ulaşmıştı. 22 Kasım 1986’da Trevor Berbick ile dünya şampiyonluğu maçına çıktı. Trevor Berbick, Muhammed Ali’nin kariyerinin son maçında efsaneyi yenen adamdı.
Mike Tyson
Tyson küçük yaşlarından itibaren Ali’nin hayranıydı. Larry Holmes’ün Ali’yi yendiği maçı Cus ile izlemişler ve maçtan sonra ağızlarını bıçak açmamıştı. Cus ve Ali iyi arkadaştılar. Tyson da Ali’nin hayranıydı.
“Holmes, Ali’yi yendikten sonra çok gücüme gitmişti. Ertesi gün Cus, Ali ile telefonda konuşuyordu. Ali’ye yanımda bu genç çocuk var ileride dünya şampiyonu olacak onunla konuşmanı istiyorum diyerek telefonu bana uzattı. Telefonu alıp Ali’ye, ‘Büyüdüğüm zaman Holmes’le dövüşüp onu senin için yeneceğim’ dedim.” –Tyson
Mike, Ali’nin kariyerinin sonundaki yenilgilerini gördükten sonra Kill Bill filmindeki Uma Thurman’a dönmüştü. Sarı bir eşofman yerine her maç giydiği gösterişsiz siyah şortuyla ringlerde arz-ı endam ediyordu. Hattori Hanzo kılıcı yerine aparkat ve kroşelerini kullanıyordu. Onun Bud’ı Trevor Berbick, Bill’i ise Larry Holmes’tü. Evet, Thurman’a çok büyük kötülük yapılmıştı ama bu bir katliamı gerektiriyor muydu? Filmde Bud şöyle demişti:
“Suçluluktan kaçmam ve cezamı çekmekten de korkmam. O kadın intikamı hak ediyor Bill ve biz de ölmeyi hak ediyoruz. Ama işin aslı o da hak ediyor. Sanırım olacakları göreceğiz.”
Ne Berbick ne de Holmes, Tyson’dan kaçmadı. İntikamı için ona şans tanıdılar. Tyson, Ali’nin öcünü almayı hak etmişti ama tıpkı filmdeki gelinin yaptığı gibi bir katliam yaptı. Berbick’i ikinci rauntta feci bir şekilde nakavt etti. Ringe müziksiz, renksiz, siyah şortuyla ölüm makinesi gibi geliyordu. Berbick galibiyeti ile 20 yaş dört aylıkken tarihin en genç ağır sıklet dünya şampiyonu oldu. D’Amato’nun hayalini gerçekleştirmişti. Ringde bu zaferini Cus D’Amato’ya adadığını haykırıyordu. Diğer yandan da listedeki ilk ismin üstünü çizmişti.
Berbick maçından sonra James Smith’i yenerek WBA unvanını da aldı. Tony Tucker’ı puanla yenerek WBC, WBA ve IBF kemerlerini birleştirerek ağır sıklette bu üç büyük kemeri birleştiren ilk boksör oldu. Tyrell Biggs maçının ardından sıra listedeki büyük harflerle yazdığı adama gelmişti.
Larry Holmes rakibiydi. Küçüklüğünde idolü Ali’yi yenen adamla yüzleşme zamanı gelmişti. Holmes, 50 maça çıkmış ve kariyerinde hiç nakavt olmamıştı. Maç öncesinde Parkinson hastalığı ilerlemiş olan Muhammed Ali ringe geldi. Holmes’e nezaketen başarı diledikten sonra Tyson’ın köşesine geçti. Kulağına eğilerek “bitir işini” dedi. Tyson küçüklüğünde yaptığı telefon konuşmasında verdiği sözü tuttu. Holmes’ü perişan etti. Holmes dördüncü rauntta hayatında ilk kez nakavt oldu. Larry Holmes o gece bir boksörün en zorlu rakibi ile karşı karşıyaydı. Tarihte bu rakibi yenen bir boksör yoktu. O rakip zamandı. Hiçbir boksör zamana karşı koyamazdı. Holmes de 38 yaşına gelmişti. Maç sonunda Tyson tarihin en büyük ağır sıklet boksörlerinden birisi olan rakibine hakkını verdi.
“Holmes zirve döneminde olsaydı şansım olmazdı. O harika bir boksör.” Haklıydı da, zirve dönemindeki bir Larry Holmes, Mike Tyson’ı yenebilirdi. En azından bu ihtimal masada olurdu.
ŞOK
Tyson; Michael Spinks ve Frank Bruno nakavtlarıyla unvanlarını korudu. 1990 yılının Şubat ayında Tokyo’da Buster Douglas ile ringe çıktı. Aslında o dönem için bir numaralı rakibi olan Evander Holyfield ile maç yapmak için anlaşmıştı. Hatta Tyson bu maçtan 22 milyon dolar alacak ve bir rekora imza atacaktı. Kimse Douglas’ın Tyson için bir sorun olacağını düşünmedi. Bu maçın ardından Holyfield ile yapılacak büyük maç konuşuluyordu. Maçın arka planı ise usta senaristleri koltuğun başına oturtmuş büyük bir yapımın başlangıcı gibiydi.
Tyson, D’Amato öldüğünden beri antrenörü olan Kevin Rooney ile yollarını ayırmıştı. Rooney olmadan üçüncü kez ringe çıkacaktı. Bu maçı önemsemiyor her zamanki temposunda çalışmıyordu. Antrenman sırasında darbeyle yere düştüğü de söylendi. Diğer tarafta James (Buster) Douglas hayatının maçına çıkıyordu. Çok iyi hazırlanmıştı. Maçtan 23 gün önce Buster Douglas annesini kaybetti. Hayatının maçından önce büyük bir yıkım geçirmişti. Artık Tyson’ın ne kadar güçlü ya da ne kadar ezici birisi olduğunun önemi kalmamıştı. Daha ne kadar kaybedebilirdi ki? Annesinin cenazesini defnettikten sonra antrenmanlara geri döndü. Hiç olmadığı kadar çalışıyordu. Maç günü geldiğinde kimse Buster Douglas’a şans tanımadı.
Mike Tyson
Gong sesiyle birlikte maçın kontrolü Buster Douglas’taydı. Sert direktleriyle Tyson’ı kontrolü altında tutuyordu. Beşinci rauntta Tyson’ın gözünün üzeri şişti. Yeni antrenörleri Aaron Snowell ve Jay Bright sıradan antrenörlerin bile köşesinde bulunan enswell’i (metal şişme önleyicisi) yanlarına almamıştı. Tyson’ın amatör günlerinde D’Amato’nun yanında beraber kaldığı ve amatör dönemlerinde antrenörlüğünü de yapan Teddy Atlas bu maçta Tyson’ın köşesinde olan antrenörler için “onlar yüzmesi için bir balığı bile eğitemez” diyerek ağır konuşmuştu.
Atlas her zaman böyleydi. Direkt olarak neyse onu söyler ya da yapardı. Mike Tyson, Atlas’ın 12 yaşındaki baldızının poposuna “uygunsuz” şekilde dokunduğunda (Mike da o zaman 15 yaşındaydı) ertesi gün silahı Tyson’ın kafasına dayamış ve kulağının yanında ateşleyerek ciddi olduğunu göstermişti. O günden sonra Atlas, D’Amato’nun yanından ayrılmak zorunda kaldı. Babası doktor olan ve aslında hali vakti yerinde olan bu çocuk kardeşinin ölümü sonrası ailenin zor günler yaşaması ile kendini sokaklarda bulmuştu. Bir sokak kavgasında yüzüne aldığı bıçak darbesi ile 140 dikiş atılan bir yara izi oluştu. Boksör olacakken sakatlığı nedeniyle antrenör olmuş Michael Moorer, Alexander Povetkin, Wilfred Benitez gibi nice şampiyon çalıştırmıştı.
Tyson’ın yanında ne Atlas ne Rooney ne de D’Amato vardı. Yeni antrenörleri eski alışkanlıklarını ortaya çıkarmıştı. Disiplinden kopmuştu. Buna rağmen Tyson sekizinci rauntta Douglas’ı düşürdü. Hakem sayma işini biraz daha sıkı yapsaydı belki de Tyson her şeye rağmen kazanacaktı. Ama sayma işlemi birçok kişiye göre biraz uzun sürdü ve Douglas ayağa kalktı. Onuncu rauntta Douglas aparkatla başlayan kombinasyonunu soluyla bitirerek kariyerinde ilk kez Tyson’ı kanvasa yolladı. Tyson’ın dişliğini aradığı o anlar boks tarihinin birçok boks sever adına en üzücü görüntülerinden birisi oldu. Tyson kalkmaya çalıştı ama bacakları dengede değildi. Ring hakemi kollarını sallayarak maçın bittiğini söylüyordu. Bu maçı izleyenler boks tarihinin en büyük sürprizine tanıklık etti. Demir Mike nakavtla yenilmişti. Tyson kariyerindeki ilk yenilginin üzüntüsünü yaşarken 22 Şubat 1990’da maçtan 11 gün sonra kardeşini kaybetti. Kız kardeşi Denise Tyson kanser hastalığı ile savaşıyordu ve o da kendi savaşını kaybetmişti.
ve o sabah ikisi de uzanıyordu birbiri gibihiçbir adımın karartmadığı yapraklar içinde,ah, başka bir güne sakladım yolların ilkini!ama bilerek her yolun yeni bir yol getirdiğini,merak ettim geri gelecek miyim diye.
Buster Douglas yenilgisi sonrasında kardeşinin vefatı onu çok etkiledi. Annesinin ölümünün ardından Denise adeta Mike’a annelik yapmıştı. Çevresine ışık saçan, neşeli bir kadındı. Mahallede herkesin sevdiği yardımsever bir insandı. Vefatının bir gün öncesinde Mike’ı aramış gözün iyi görünmüyor bir doktora görünsen iyi olacak diyerek yine kardeşini düşünmüştü. Cenazeye binlerce insan katıldı.
“Her zaman iyi bir evlat ya da iyi bir kardeş olamadım. Denise’in saygın bir şekilde defnedilmesini sağladım. En azından bunu yaptım” –Tyson
Douglas maçının öncesinde Tyson’ın özel hayatı da çalkantılıydı. Ünlü model ve film yıldızı Robin Givens ile evlenmişti. Dışarıdan bakıldığında Mike için harika bir adımdı. Givens o dönem çok meşhur ve çok güzel bir kadındı. Evlendiklerinde Mike 20, Givens ise 21 yaşındaydı. İki genç insan hayatları için önemli bir karar almıştı ama işler pek de umdukları gibi gitmedi. Givens Mike ile birlikte katıldıkları bir televizyon programında evliliğin her anını işkence olarak anlattı. Ona göre Mike, manik depresifti. Mike’ın normal biri olmadığı aşikârdı lakin Mike’a göre Robin Givens ve annesi Ruth da çok masum değildi. Evlilik zaten düzmece bir hamilelikle başlamıştı. Denilene göre Tyson Givens’lara 10 milyondan fazla miktarda para vermişti.
“O acımasız Ruth cüzdanıma vahşice saldırdı.” –Tyson
Tyson Givens ile boşanma arifesinde olmasına rağmen görüşmeye devam ediyordu. Bir gece yine Robin’i görmek için evine gitti. “Bir insana o kadar para verince evi de kendinizin zannediyorsunuz” diye düşünüyordu. Kapıyı üç kez çaldı. Kimse çıkmayınca arabasına geri döndü. O anda tanıdık bir arabanın geldiğini gördü. Şoför koltuğunda Robin vardı. Tam sevinmişken yanında birinin daha olduğunu fark etti. Araba yaklaşınca yanındaki adamın o dönem yeni parlayan yıldızı Brad Pitt olduğunu fark etti. Birçok kişinin anlattığı gibi onları yatakta basmamıştı. Olay aynen bu şekilde gerçekleşmişti. Tyson sinema tarihine bir iyilik yaparak o gün Brad Pitt’in yüzüne bir zarar vermedi. Mike Tyson ve Robin Gİvens sadece sekiz ay evli kaldı. Bu sekiz ay Tyson’a 10 milyondan fazlasına mal oldu.
Mike Tyson
Douglas maçının ardından yaşadığı bir başka olay ise tüm hayatını değiştirecekti. Indiana’da Black Expo’ya davet edilmişti. Eğlenceli olacağını düşünerek davete iştirak etti. Bu organizasyonun bitiminden sonra 1991 yılının Temmuz ayında güzellik kraliçesi 18 yaşındaki Desire Washington’a tecavüz suçundan tutuklandı.
“Ben ortadaki kanıtların beni aklayacağından emindim. Don King denen adam bana savunma için Vincent Fuller adında bir vergi avukatı tutmuş. Desire Washington’a tecavüz etmedim ve bu konuda söyleyeceğim tek şey budur. Yapmadığım bir şey yüzünden üç yıl hapiste kaldım.” -Tyson
Hapiste kaldığı süre zarfında Spike Lee, Tupac, James Brown gibi isimler onu ziyarete geldi. Yanına gelenler sadece dışarıdan değildi. Hapiste bulunan Müslümanlar Tyson’a ilgi gösterdi.
“O dönemler hayatımda bir huzura ihtiyacım vardı. Hapiste birkaç Müslüman vardı. Sakin adamlardı. Bu benim pek alışık olmadığım bir tavırdı ve ilgimi çekti. Kuran’ı okumaya başladım ve derslerini dinledim. Hapisten sonra da aslında İslam’ın emirlerine uymak istiyordum ama hücre kapıları açılır açılmaz İslam’ı yaşama isteğim içerdekiyle aynı değildi. Bütün yılanlar etrafımdaydı. Don King de baş yılandı. Şeytanla anlaşma yapmıştım.” –Tyson
DÖNÜŞ
Douglas mağlubiyetinin ardından amatör günlerinden kalan bir hesabı kapattı. Henry Tillman olimpiyat elemelerinde Tyson’ı mağlup etmiş sonra da olimpiyat altınına uzanmıştı. Tyson birinci rauntta Tillman’ı nakavt ederek hesabı kısa kesti. Frank Bruno’yu nakavt ederek WBC ağır sıklet dünya şampiyonu oldu. Ardından da Bruce Seldon’ı yenerek WBA kemerini aldı. Diğer tarafta Buster Douglas Mike Tyson’dan aldığı kemerleri hemen bir sonraki maçta Evander Holyfield’a kaptırmıştı. Holyfield ise bu süre zarfında Riddick Bowe ve Michael Moorer mağlubiyetleri yaşamış ve kemerleri kaybetmişti. Holyfield kaybederken Moorer’ın köşesinde tanıdık bir isim; Teddy Atlas vardı.
Yıllardır beklenen Tyson vs. Holyfield maçı altı yıl gecikmeli olarak 1996 yılında yapıldı. Bu maçtan Tyson 30 milyon, Holyfield ise 12 milyon dolar garanti para aldı. Holyfield 11. rauntta favori Tyson’ı yakaladı. Kazanan teknik nakavtla Evander oldu. Bir yıl sonra rövanş ayarlandı. Teddy Atlas bu maçtan önce yaptığı açıklamada “Tyson nakavt yumruğunu vuramazsa kendisini diskalifiye ettirir” dedi. Tyson sokak kavgalarıyla büyümüştü bu kavgalarda her zaman daha iyi olan taraf olmak mümkün değildi. Zaman zaman ısırmak gibi oyun dışı eylemlere başvurup işi lehine çevirdiği oluyordu. O gece Tyson Brownsville günlerine döndüğünde üçüncü raunttu. İlk iki rauntta Holyfield net üstündü. Üçüncü rauntta Tyson toparlanmıştı ve iyi gözüküyordu. Holyfield kafa darbeleri ve dirseklerle Tyson’ı bezdirdi. Üçüncü raundun son bir dakikasında ise ringde garip şeyler oldu. Holyfield zıplayarak geri çekildi. Tyson arkasından gidip onu iplere itti. Holyfield kulağını gösteriyordu. Hakem yumruk darbesiyle oldu diyerek maçı devam ettirdi. Tyson bir kez daha Holyfield’ın kulağını ısırdı. Bu sefer kulağındaki hasar o kadar büyüktü ki hakem bile fark etti. Tyson diskalifiye oldu.
Bu maç tarihe “the bite-ısırık” olarak geçti. Aynı zamanda tarihin en kirli maçı olarak kabul edildi. Tyson iyi ya da kötü bir şekilde tarihe geçmeyi başarıyordu. Her şeyi sıra dışıydı. Maç sonu açıklaması dâhil;
“İkinci rauntta bana kafa attı. Yüzüme bakıp tekrar kafa attı. Kimse ondan puan falan düşürmedi. Bu benim kariyerim; ne yapmamı bekliyordunuz? Büyütmek zorunda olduğum çocuklarım var. Holyfield kafa atıp durdu. O sert bir adam değil. Kulağında ufak bir kesik vardı ve kaçtı. Dövüşmek istemedi. Bana bakın! Bana bakın! Eve gittiğimde çocuklarım benden korkacak.” –Tyson
Yıllar sonra ise bu maçla ilgili fikirleri değişecekti.
“Holyfield maçından sonra dünyada en çok nefret edilen kişiler listesinde birinci sıraya yükseldim. Önceden onuncu sıradaydım. Şimdi onunla arkadaş olduk. Çok iyi bir insanmış. O hareket için gerçekten pişmanım.” – Tyson
Mike Tyson ringlere iki yıl sonra 1999 yılında döndü. 2002 yılına kadar altı maç yaptı. 2002 yılının Haziran ayında boks dünyasının en büyük maçlarından birisi ayarlandı. Mike Tyson ve Lennox Lewis ağır sıklet dünya şampiyonluğu için “The Pyramid”’de karşılaştı. Tyson’ın lisans sorunları ve ona ev sahipliği yapmak istemeyen eyaletler nedeniyle maç Memphis’te yapıldı.
Tyson bu sefer de maç öncesinde sözlü sataşmanın tarihini yazdı. Lewis’i aslında çok küçük yaştan itibaren tanıyordu. Cus D’Amato’nun yanındayken Lewis ile beraber antrenman yapmışlar, iyi vakit geçirmişlerdi. Tyson odasında eski boksörlerden oluşan albümünü Lewis’e gösterdi. Sitili o boksörlerden geliyordu. Cus o boksörlerin hayatlarını Mike’a ezberletmişti. Bu arkadaşlıktan olsa gerek D’Amato o günlerde biraz sakin kalan Tyson’a, “Kendine gel siz ileride dünya şampiyonluğu için dövüşeceksiniz o senin rakibin.” demiş yıllar sonrasına referans vermişti. Şimdi tüm bu anılar geçmişte kalmış Tyson ve Lewis medya önünde birbirinden nefret eden iki adam dönüşmüştü.
Bir yemekte Lewis ile karşılaşan Tyson eşinin tavsiyesi ve ısrarı üzerine Lewis’e selam verdi. Dostça bir selamdı. Lewis onu aşağılar gibi bakmakla yetindi. İşte o anki acısını tarif ederken Tyson şöyle diyordu; Keşke çocuklarınız olsaydı ve onların kafasını tekmeleseydim. İşte o zaman acımı anlayabilirdiniz. Yüz yüze geldikleri basın toplantısında Mike aniden Lewis’in üzerine atladı. Lewis’in dediğine göre rakibinin bacağını ısırdı. Sonra o meşhur açıklama geldi.
“Ben en iyiyim. En vahşi ve korkulanım. En acımasız şampiyonum. Kimse beni durduramaz. Lennox bir fatih mi? Hayır ben İskender’im. O değil. Ben en iyiyim. Kimse benim kadar acımasız değildi. Ben Sonny Liston’ım. Ben Jack Dempsey’im. Kimse benim gibi olamaz. Benim kumaşım başka. Benimle eşleşecek birisi yok. Sitilim şiddetli, savunmam etkilenmez ben vahşiyim. Senin kalbini istiyorum. Onun çocuklarını yemek istiyorum.” –Tyson
Maç beklenildiği gibi geçti. Tyson’ın şansı yoktu. Lewis teknik nakavtla kazandı. İkisinin de prime dönemi değildi ama Tyson kariyerinin erken döneminde zirveye çıkan, Lewis ise tecrübe kazandıkça keskinleşen bir boksördü. Bu nedenle belki kariyerlerinin ortasında karşılaşsalar çok daha iyi bir maç olabilirdi. Maçın ardından ilginç bir an yaşandı. Tyson gözlerinde sevgi vardı. Rakibine bakıyordu. Lewis’in yanağındaki kanı sildi. Çok dokunaklı bir andı. O kan Tyson’ın kanıydı.
Mike Tyson
“Lennox da biliyor; onu ve annesini seviyorum. Onları çok eskiden beri tanıyorum. Dediğim ve yaptığım her şey maça ilgi çekmek içindi. O gerçek bir şampiyon. Lewis’e karşı şansım olmadığını biliyordum ama ben bir savaşçıyım. Çıkarım ve herkesle dövüşürüm. Eğer doğru parayı verirseniz bir aslanla bile dövüşürüm.” –Tyson
Lewis maçından sonra üç müsabakaya daha çıktı. Danny Williams ve Kevin McBride mağlubiyetleriyle kariyerini noktaladı. Mike Tyson’ın birçok zorlu rakibi oldu; Holmes, Berbick, Bruno, Holyfield… En büyük rakibi ise kendisiydi. Ringde Kevin Rooney ayrılığı sonrası eskisi gibi olamadı. Ring dışında ise Cus D’Amato sonrasında tıpkı Bronswille’deki gibi, eskisi gibi oldu.
Mike Tyson’ın içinde bir öfke vardı. Kendi açısından bu öfkenin geçerli sebepleri vardı. Gazetecilere öfkeliydi: “Hakkımda o kadar çok kötü şey yazdınız ki en son ne zaman düzgün bir kadınla birlikte olduğumu hatırlamıyorum. Beni yaptığınız kişi yüzünden striptizcilerle ve fahişelerle takılmaktan bıktım” diyordu. Menajeri ya da Promotörü her neyse… Don King’e öfkeliydi. “Kendime yeni bir baba figürü bulduğumu sanmıştım. Bir kardeş, kanımdan, tenimden bir adam buldum sanmıştım. Tarihte her hangi bir beyaz promotörün siyah bir boksöre verdiği zararın on mislini bana verdi. Havlular için sekiz bin dolar fatura kesen bir adamdı. Benden ne kadar para sömürdüğünü artık siz düşünün.” Sözde dindarlara öfkeliydi. “Herkes ikiyüzlü Tanrı’ya inandıklarını söylüyor fakat kimse Tanrı’nın emirlerine uymuyor. Bu kendilerine iyi Hristiyan diyen adamlar beni hapse atıp hakkımda iğrenç şeyler yazdılar sonra da Pazar günü kiliseye gidiyorlar. Mesih’in gelip bizi kurtaracağını söylüyorlar. Bu kapitalist adamlar onun Mesih olduğunu anlamazlar ve onu öldürürler.”
Mike Tyson boks kariyerinin ardından Jon Wertheim’a Sport Illustrated için verdiği röportajda tatminsizliğin en büyük cezası olduğunu söylüyordu. Kapak adamı olmak, dünya şampiyonu olmak ona yetmiyordu. Hayatı boyunca kendisini takdir etmediğini, alter egosunun esiri olduğunu düşünüyordu. Onu yıllar boyu yiyip bitiren de buydu. Ringlerden sonra “Tartışmasız Gerçek” isimli Spike Lee’nin yönettiği bir gösteri yaptı. Birçok filmde oynadı. Özellikle Hangover filmindeki başarısı ile yeni teklifler aldı. Bugün yeni nesil onu daha çok filmlerde oynayan sert adam olarak tanıyor. Boks maçlarından ziyade ortamını daha çok sevdiği UFC maçlarına gidiyor. Artık kendisini pesimist pasif olarak tanımlıyor. Özellikle Don King adını duyduğunda bu özelliğini kullandığını söylüyor.
Mike Tyson’ın emeklilik günleri çok kolay geçmedi. 2009 yılında dört yaşındaki kızı Exodus evde geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybetti. Kokain kullanmaya başladı. Bu nedenle hapse girdi. Rehabilitasyona girdi. Trajediler Tyson’ın ruhunun bir parçasıydı. Artık onlarla yaşamak zorunda olduğunun farkındaydı.
Michael Jordan ile aynı hastanede doğan, babasını tanımayan, annesini küçük yaşta kaybeden, yirmi yaşında tarihin en genç şampiyonu, bir dönem sadece evcil kaplanını beslemek için günlük bin beş yüz dolar harcayan, 53 yaşından sonra kenevir işine giren bir adamdan normal bir hayat beklemek o adama haksızlık olurdu. Mike Tyson başarılarıyla, yanlışlarıyla, seçimleriyle tarihin gördüğü en sansasyonel spor ikonlarından birisi oldu.
iç geçirerek anlatacağım bunu ben,
nice çağlar sonra bir yerde:
bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.
Yazı boyunca okuduğunuz bu Robert Frost şiirinde neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmenin bazen, bazı insanlar için dışarıdan görüldüğü kadar kolay olmadığını anlatılıyor. Mike Tyson hayatı boyunca aldığı kararlarda içgüdüsel davrandı. Bu içgüdüler kimi zaman rakibini yere serecek kadar hırçın, kimi zaman bir güvercini incitemeyecek kadar naifti; kimi zaman demir parmaklıklar ardına girecek kadar suçlu, kimi zaman idolü için gözyaşı dökecek kadar masumdu.
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam