Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Bütün bu kaybettiklerimiz

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 29/11/2020 - 18:41 GMT+3

“Diego Maradona’nın etkisini sürdüren çekiciliğinin bir kısmı, dehasından kaynaklanıyor. Ama bir kısmının da kaynağı, temsil ettiklerinin yarattığı nostalji duygusu...” Rory Smith’ten Maradona’nın ifade ettikleri üzerine gerçekçi ve etkileyici bir yazı...

Diego Maradona in Zahlen - Ein Genie bei der Arbeit

Görsel kaynağı: Perform

Bu yazı NY Times'ta yayımlanmış ve Ege Sanlav tarafından çevirilmiştir.
St. Petersburg’da, Krestovsky Stadyumu’nun bir köşesinde bir şamata kopuyordu. Etraftaki tüm taraftarlar, gözlerini sahadan etrafı camlarla çevrili o locaya çevirmişlerdi. Parmak ucuna kalkıyor, koltuklarına çıkıyor, daha iyi bir görüş yakalamaya çalışıyorlardı.
Aslında maçın kendisi oldukça ilgi çekiciydi: Messi ve arkadaşları, kazanamamaları durumunda utanç verici şekilde 2018 Dünya Kupası’ndan elenecekleri grup maçında Nijerya karşısında direniyordu. Fakat bu bile tribünlerdeki gösteriyle rekabet edemiyordu.
Maradona daima bu yeteneğe sahip olmuştu. Hep dikkat dolu bakışları üzerinde toplayabilmişti. Bunu istemediği zamanlar olmuştu. İlgi çekiciliğinin bir lütuftan ziyade lanet olduğu, yalnızca yalnız kalmak istediği, 16 yaşından beri peşini bırakmayan yaltaklanmadan kurtulmak istediği zamanlar olmuştu.
Bu, o zamanlardan biri değildi. Parlak mavi bir tişört giymiş olan Maradona tribünlere oynuyordu, kalabalıkla oynuyordu, sahne ışıklarının tadını çıkarıyordu. Her duygusu, her hareketi coşkun, abartılı ve şovmence gözüküyordu. Kendinden geçiyor, ızdırap ile ekstazi arasında gelip gidiyordu. Kollarını göklere açıyor ve sonra tekrardan koltuğuna gömülüyordu. Kendisini resmeden devasa bir pankart açmıştı. Bir noktada uyuyakalmıştı. Tezahürat etmiş, feryat etmiş ve sonra olduğu yere yığılmıştı.
Daha sonra, o gece uçakla Moskova’ya dönerken, Arjantinli gazetecilere maçtaki halini ve durumunu daha öncesinde çok şarap içmiş olmasına bağlayan bir sesli mesaj gönderecekti.
Ama daha karanlık teoriler dolaşmaya başlamıştı. Maradona’nın önünde uzanan camlardaki beyaz lekeler kokaine kanıt olarak kabul edilmişti. Sosyal medyada Maradona’nın ne kadar sık burnunu ovduğuna dikkat çekilmişti. Maradona’nın birkaç gün önce özel jetinde bir çanta beyaz toz ile oturduğu fotoğraf, İnternet’te yayıldı.
Yapılan yorumların pek azı hayatının büyük bölümünde uyuşturucu bağımlılığıyla mücadele etmiş bu adama anlayışla yaklaşıyordu. Yorumlarda baskın olan bir duygu varsa bu da hayranlıktı: işte Maradona rockstar imajına yaraşır şekilde yaşıyordu, pişmanlık duymayan bir delikanlıydı, bize Tanrı’nın Eli’ni bahşeden adamdı.
Neticede toplumun büyük bölümü için Maradona buydu. O maç oynandığı zaman –ve öldüğü zaman da- iki neslin büyük bölümü onun oynaşını izlememişti. Kaba bir genellemeyle Güney Amerika’dakiler hariç 40 yaşın altındaki pek kimse zirve döneminde nasıl olduğuna dair hatıralara sahip değildi.
Ama bu Maradona isminin ne ifade ettiğini bilmedikleri anlamına gelmiyor. Onlar da hikayelerini duydular, maçlarını izlediler ve ihtişamını yansıtan fotoğraflarını gördüler. Efsane olmak da tam budur zaten: nesilden nesle aktarılan bir hikayedir efsaneler.
Ama bir noktada hatıradırlar. Kaotik emeklilik yıllarında Maradona hikayesi milyonlarca insanın ilgisini çekmişti. Onlar için Maradona’nın sahadaki görkemi arka plandaydı. Onların birinci elden deneyimledikleri, hikâyenin uyuşturucular ve skandalları içeren bölümüydü.
Maradona, kendi şovunun yıldızı olmuştu. Bir sporcudan ziyade ünlüydü. Diego’dan ziyade Maradona’ydı. Her nasıl ki şimdi Keith Richards müziğinden ziyade hazcılığıyla hatırlanıyorsa Maradona da çoğu kişi için her şeyden önce bir kanun kaçağıydı.
Ve bu Maradona efsanesinin önüne geçmedi, tam tersine efsaneyi büyüttü. Neredeyse tek başına oyunu değiştirmiş, çığır açmış, arkalarında çehresini değiştirdikleri bir spor bırakmış futbolcular vardır. Johan Cruyff’un düşünce ve idealleri futbolun nasıl oynanması gerektiğine dair düşüncelerimizi, güzellik anlayışımızı temelli değiştirdiler. Lionel Messi ile Cristiano Ronaldo büyüklük parametrelerimizi, neyin mümkün olup neyin olmadığına dair düşüncelerimizi ve pozisyonları anlayışımızı değiştirdiler.
Maradona’nın etkisi farklıydı. O, oyunun gelecekte hangi yoldan yürüyeceğini gösteren bir öncü değildi. Tek başına maçlara yön veriyordu. Tek başına takımlara ve turnuvalara şekil veriyor, vasatı muhteşeme dönüştürüyordu. Tarihi değiştirdi, lakin geleceğe dair bir alamet değildi.
Aslında, bunun tam tersiydi. Oyunun eski günlerine atfedilmiş bir yüceltmeydi. Hikayesini oluşturan bileşenlerin neredeyse tümü kadim zamanları hatırlatıyordu ve yaptıkları, emekliliğinden birkaç yıl sonra mümkün olmazdı. İlk takımı Argentinos Juniors’ta beş yıl boyunca oynamıştı. Birkaç girişim olsa da hemen hemen son 20 yıldaki yankı uyandıran bütün Arjantinli gençlerin aksine ilk fırsatta Avrupalı kulüplerce kapılmamıştı.
Ayrıldığında da Boca Juniors’a gitmişti çünkü o aşamada hala Güney Amerika kulüpleri büyük yeteneklerin ilgisini çekebiliyordu. Eski Kıta’ya vardığında ise ne Barcelona ne de Napoli onu her türlü etkenden korumak için altın kafeste saklamamıştı. Kariyerinin en iyi yılları ezilmiş ve keşmekeş içindeki bir şehrin takımında, Napoli’de geçirdikleriydi; dünyanın en varlıklı ve güçlü kulüplerinden birinde değil.
En önemlisi de oyun stilinin gelecekte soyunun tükenmeyecek oluşuydu. Maradona, Arjantin’in gençlere yönelik futbol felsefesinin vücut bulmuş haliydi. Jonathan Wilson’ın The Guardian’da da yazdığı gibi; Maradona, üçonyıl önce yazılmış bir kehanetin gerçekleşmesiydi. Özgür bir ruhtu, saf hayal gücünün bir ürünüydü.
Yoğun antrenörlüğün bir ürünü değildi, kendi kendine yetişmişti. Düzenli olarak günümüzde var olmayan aşırı bir sertliğe maruz kalsa da oyunu istediği şekilde yorumlamasına izin veriliyordu, sıkı disiplinli bir taktiksel plandaki bir rol ile baskılanmıyordu. Bu bakımdan büyük bireysellerin son örneğiydi. Bu da onu daha da azametli kılıyor. Maradona, iki dönem arasında bir köprü değildi. Bir dönemin zirvesi ve sonuydu.
Bütün bunlar, emekliliğinden sonraki algılanış biçiminde etkiliydi; sahada yapabildiklerinin hatıraları silinmeye başladı ve defalarca anlatılmış hikayeleri ile YouTube’daki videoları genç neslin ilgisini çekti.
Zaman geçtikçe ilgi daha bile büyüdü. Emir Kusturica 2008’de, Asif Kapadia on yıl sonra onu konu alan belgeseller yaptı. Manu Chao ve Calle 13 ona şarkılarında yer verdiler. Hikayelerini anlatan kitapların sayısı muhakkak artacak. Cruyff ve George Best gibi Maradona da futbolun büyük asilerinden biri olarak onu görmeyenler için Pele, Franz Beckenbauer ya da Eusebio’dan çok daha fazla anlam ifade edecek.
Elbette bunun bir kısmının kaynağı dehası. Ama bir kısmının kaynağı da ifade ettiği nostaljik değer. Dönüştüğü asi figür; onu futbolun daha az askerileştirildiği, daha az tahmin edilebilir olduğu, daha az kurumsal olduğu, daha düzensiz olduğu, bireylerin takım oyuncusu olmasının gerekmediği, kahramanların şu ankinin aksine sıkıntılı ve insani olabildiği o kayıp çağının bir temsili haline getirdi. Bugün Maradona’nın hatırasının etrafını, bütün bu kaybettiklerimiz sarıyor.
Bunu kendisi de bilmiyordu ancak Maradona, bu değişime yardımcı oldu. 1987’de, ünü zirvedeyken, parçası olduğu Napoli takımı Şampiyon Kulüpler Kupası’nın ilk turunda Real Madrid ile eşleşti. Ağız sulandıran bir eşleşmeydi: İtalya şampiyonu, İspanya şampiyonuna karşıydı. Bir tarafta Napolitan Maradona, Bruno Giordano ve Careca’dan oluşan ‘Ma-Gi-Ca' hücum hattı; öteki tarafta Emilio Butragueno’nun ‘Akbaba Beşlisi’ vardı.
AC Milan’ın sahibi Silvio Berlusconi bu eşleşmeyi görünce dehşete düştü. Nasıl oldu da futbol bunun olmasına izin verdi, diye düşündü: finale yakışan, sezonun zirve noktası olacak bu eşleşme nasıl oldu da bir turnuvanın ilk tur karşılaşması oldu yalnızca?
Berlusconi, o zamanlar reklam ajansı Saatchi & Saatchi ile çalışan Alex Fynn’i ‘Avrupa Televizyon Ligi’ adını taktığı bir konsept üzerinde çalışması için görevlendirdi. Bu sistemde bu tip maçlar hem daha sık oynanacak hem de ilerleyen turlara saklanacaktı. Bu düşüncenin sonucu da beş yıl sonra kurulan Şampiyonlar Ligi formatı olacak, 'yeni futbol’ doğacaktı.
Sonradan öğrenecektik ki bu yeni futbolda ne bir oyuncu olarak Maradona’ya, ne de bir düşünce olarak Maradona’ya yer yoktu. Gücün büyük bölümünün birkaç süperkulübün elinde toplanmış oluşu ve spordaki para akışı; taktik, antrenörlük ve kadro kalitesi konularında bir silahlanma yarışı başlatacaktı. Birkaç yıl içinde futbol vahşilikten, doğaçlama yeteneğinden ve asilerden de arındırılacaktı.
Maradona ve tüm temsil ettikleri geçmişin ürünü olacaktı. İlerleyen yıllarda futbolun eski günleri ve bütün bu kaybettiklerimize dair bir nostalji unsuruna dönüşecekti. Diego Armando Maradona –onu bizzat deneyimlemiş olan ya da olmayan- sayısız insan için çok anlam ifade ediyordu. Çünkü bir zirvenin ve eski zamanların bir sembolüydü.
Çeviren: Ege Sanlav
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam