Küçük Kylian’lara

Kylian Mbappe, geçtiğimiz haftalarda The Players Tribune sitesinde bir yazı kaleme aldı. Genç Fransız, o yazıda Fransa'nın banliyölerindeki çocuklara sesleniyor, onlara futbola başlama hikayesini anlatıyor ve umutsuzluk yaşamamaları için onları cesaretlendiriyordu. Mbappe'nin mektubunu Tifosi Blog ekibi Türkçeye çevirdi.

Kylian Mbappé

Görsel kaynağı: Getty Images

Yazıyı orijinal dilinde okumak için tıklayınız.
Bondy’deki çocuklar,
Île-de-France’taki çocuklar,
Banliyölerdeki çocuklar,
Size bir hikâye anlatmak istiyorum.
Hikâyenin futbolla ilgili olması, tahmin ediyorum ki sizi şaşırtmayacaktır. Konu ben olunca her şey futbol oluyor. İnanmıyorsanız, babama sorun. Bana üç yaşındayken bir akülü araba almıştı. Elektrikle çalışan bir cip. İçine oturup etrafta dolaşabilirdiniz. Bir arabada olması gereken her şeye sahipti, bir gaz pedalı bile vardı. Ailem arabamı evimizle futbol sahası arasında sürmeme izin verirdi. Aynı bir futbolcu gibi... Bu rutini çok ciddiye alırdım. Tek eksik, bir bakım ürünleri çantasıydı.
Oraya varır varmaz arabamı kenarda bırakır ve futbol oynamaya başlardım. Cipim bütün arkadaşlarımı kıskandırırdı. Ancak ben çimlere çıktığım an cipimi çoktan unutmuş olurdum.
Sadece topu isterdim.
Top, benim için her şeydi.
Yani evet, hikâyem futbolla alakalı. Fakat hikâyemi dinlemek için futbolu sevmenize gerek yok. Çünkü aynı zamanda hayallerle de alakalı. 93’te (Seine-Saint-Denis bölgesinin kodu), Bondy’de, banliyölerde... Belki pek paramız yoktu ama hepimiz hayaller kurardık. Sanırım bu özellik doğuştan gelme. Belki de hayal kurmak masraflı olmadığındandır. Hatta ücretsiz olduğundan...
picture

Kylian Mbappé - Fransa U19

Görsel kaynağı: Getty Images

Mahallemiz, farklı kültürlerin bir araya geldiği bir yerdi. Fransızlar, Afrikalılar, Asyalılar, Araplar… Dünya’nın her tarafından insanlar. Fransa’da yaşamayan insanlar genelde banliyölerden olumsuz bahseder. Fakat zaten Fransa’da yaşamayan bir insandan banliyölerin nasıl bir yer olduğunu anlaması beklenemez. İnsanlar sanki sadece burada eşkıyalar varmış gibi davranıyor. Onlar her yerdeler. Dünya’nın her yerinde yaşamlarını zorlukla sürdüren, zor zamanlar geçiren insanlar var. Küçükken mahalledeki en sert adamların bile büyükannem için meyve sebze taşıdığını gördüm. Böyle şeylere haberlerde rastlayamazsınız. Sadece sorunlar gündeme gelir.
Bondy’de herkesin bildiği bir kural vardır. Gençken öğrenirsiniz. Sokakta yürürken köşede 15 kişilik bir grubun durduğunu görürseniz iki seçeneğiniz vardır. Ya uzaktan bir el sallayıp geçersiniz ya da oraya gidip her bir kişinin elini sıkarsınız.
Sadece bir kişinin elini sıkarsanız diğer 14 kişi sizi asla unutmaz. Nasıl bir insan olduğunuzu öğrenirler.
Bu biraz komik çünkü bahsettiğim özelliği hayatım boyunca taşıdım. Geçen sene FIFA ödüllerinde seremoniden önce ailemle dolaşırken bir odada Jose Mourinho’yu gördüm. Daha önce Jose ile tanışmıştım ama yanında tanımadığım dört beş kişi daha vardı. O anda Bondy’deki anılarım aklıma geldi. “Sadece bir el sallayıp geçsem mi yoksa yanlarına mı gitsem?”
Oraya gittim, selamlaştık ve sıra sıra herkesle tokalaştım.
“Merhaba.” Tokalaşma.
“Merhaba.” Tokalaşma.
“Merhaba.” Tokalaşma.
“Merhaba.” Tokalaşma.
Komikti, çünkü hepsi oldukça şaşırmıştı. “Bize mi merhaba diyor?” “Merhaba!”
Uzaklaşırken babam gülüyordu, “Tam bir Bondy’li hareketiydi.”
Bir refleks gibi... Hayatımızın temel kurallarından biri. Bondy’de futboldan daha önemli şeyler de öğrenirsiniz, herkese eşit davranmak gibi; hepimiz aynı durumdayız, hepimiz aynı hayalleri kuruyoruz.
Ben ve arkadaşlarım futbolcu olmayı ummamıştık. Beklemiyorduk. Planlamamıştık. Yalnız hayalini kurmuştuk. Arada fark var. Bazı çocukların duvarlarında süper kahraman posterleri asılıyken bizimkilerde futbolcular vardı. Zidane ve Cristiano’nun birçok posterine sahiptim. (Dürüst olmak gerekirse Neymar posterlerim de oldu. Ona anlattığımda da çok güldü ama bu tamamen başka bir hikâye...)
Bazen insanlar bizim mahallelerimizden neden sayısız yetenek çıktığını sorguluyor. Sanki suyunda bir şey varmış gibi. Ya da antrenmanlarımızda... Hayır, cevap bunlar değil. Eğer Bondy’ye gelirseniz tek karşılaşacağınız şey, mütevazı bir aile kulübü olur. Apartmanlar ve halı sahalar... Bence futbol bizim için farklı bir anlam ifade ediyor. Hayatımızın vazgeçilmezi. Her günümüzde var. Ekmek, su gibi...
Okulda altı, yedi, sekiz ve dokuzuncu sınıfların katıldığı bir turnuvamız vardı ve ona sanki Dünya Kupası’ymış gibi önem verirdik. İki euro’luk bir plastik kupa için savaşırdık. Bize ölüm kalım meselesi gibi gelirdi. 93’te onurunuz hiçbir zaman garanti değildi. Kurala göre her takım karma olmak zorundaydı. Kızlar ile erkekler... Maalesef her kız turnuvada oynamak istemiyordu. Bu yüzden gerçekten onları ikna etmemiz gerekiyordu. Daha önce bir arkadaşıma sahaya çıkıp savaşır, kazanırsak ona yeni bir boyama kitabı alacağımı söylemiştim. Adeta yalvarmıştım.
Abarttığımı düşünebilirsiniz Ama gerçekten çok önemserdik. O zamanlar dediğimiz şekilde, “Bu Neuf Trois (Doksan Üç). Kaybedemeyiz.”
İki euro’luk kupa için Jules Rimet Kupası için oynuyormuşçasına oynardık. Tam olarak böyleydi. Öğretmenlerim için oldukça zor olduğuna eminim. Onlardan gerçekten özür diliyorum. Bir gün müdürümden dokuz uyarı alarak eve döndüğümü hatırlıyorum.
“Kylian ödevini yapmadı.”
“Kylian okul materyallerini unuttu.”
“Kylian matematik dersinde futbol hakkında konuşuyordu.”
Aklım havadaydı. İyi bir futbolcuydum ama benim için (bütün hayatımın) kırılma noktası 11 yaşındayken oynadığım Coupe 93’tü. Yarı finale kalmıştık ve o maç Gagny’deki gerçek bir stadyumdaydı. Hatta çarşamba günü olduğunu bile hatırlıyorum, bunun benim için ne kadar önemli olduğunu anlamanıza sanırım yardımcı olmuştur. Daha önce böyle bir kalabalığın önünde, böylesine büyük bir stadyumda hiç oynamamıştım. Korkmuştum. Resmen korkudan koşamıyordum. Topa çok nadiren dokundum. Asla unutamam, maçtan sonra annem sahaya girmiş, beni kulağımdan tutup konuşmuştu.
Kötü oynadığımdan değil, korktuğumdan…
“Bunu hayatın boyunca hatırlayacaksın. Her zaman kendine inanmalısın, başaramasan bile. 60 gol de kaçırabilirsin. Kimsenin umurunda değil. Ama eğer korkundan dolayı oynayamazsan, hayatın boyunca senin peşinden gelir.
Tam olarak bunları söyledi. Bir daha da futbol hayatım boyunca sahada hiç korkmadım. Annem, babam, mahallemiz ve arkadaşlarım olmasa Kylian Mbappe de olmazdı.
Belki benimle aynı yerde büyümediğiniz için dediklerimi anlayamayabilirsiniz. Mesela, 11 yaşındayken bir seferinde Chelsea genç takımıyla antrenman yapmak için Londra’ya gitmiştim. O kadar heyecanlı ve paniktim ki bundan arkadaşlarıma bile bahsetmek istemiyordum. Geri döndüğümde arkadaşlarım beni gördü ve hafta boyunca nerede olduğumu sordular.
“Londra’da, Chelsea’yleydim.”
“İmkânı yok.”
“Yemin ederim, Drogba’yla bile tanıştım.”
“Yalan atma. Drogba Bondy’deki çocuklarla tanışmaz. Bu imkânsız.”
picture

Mbappé, Chelsea, 2012

Görsel kaynağı: Eurosport

O zamanlar bir telefonum bile yoktu. Ben de babamdan kendi telefonunu vermesini istedim ve çekildiğimiz fotoğrafları onlara gösterdim. Bana sonunda bu şekilde inandılar. Lakin önemli olan kıskanmamış olmalarıydı. Sadece şaşırmışlardı. O an söylediklerini asla unutmayacağım. Hâlâ gözlerimin önüne getirebiliyorum, AS Bondy’nin soyunma odasındaydık ve maç için hazırlanıyorduk.
“Kylian, bizi oraya yanında götürebilir misin?” dediler.
Başka bir gezegene gitmişim gibiydi.
“Kamp artık bitti. Üzgünüm.” dedim.
Telefona bakıyorlar, gülüyorlar ve kafalarını sallıyorlardı. “Vay be. Bu anı seninle yaşıyoruz gibi Kylian.” dediler.
Böyle yerlere gitmek başka bir gezegene gitmek gibi, bizim için bu kadar anlamlı.
Chelsea'deki bu tecrübeden sonra aileme Bondy'den ayrılmama ve büyük bir kulübe gitmeme izin vermeleri için yalvarmaya başladım. Ama annemi ve babamı da anlamanız lazım. Çocukluğumu yaşayabilmem, normal bir hayat yaşayabilmem için evde kalmamı istediler. Bunu zamanında anlamamıştım ama şimdi bakınca aslında bunun benim için en iyisi olduğunu görüyorum. Bondy’de öğrendiğim dersleri bir kulübün akademisinde, bir fanusta yaşarken asla öğrenemezdim.
10 yıl boyunca -ve hatta Clairefontaine'deki Fransa tesislerinde çalışmaya başladığımda bile- antrenörüm babamdı. Elbette bu harika bir şeydi.
Clairefontaine, dünyanın en iyi akademilerinden biriydi. Ama yine de hafta içi eve döner ve babamın yarı profesyonel takımı AS Bondy için oynardım. Ve babam benim akademi saçmalıklarıma hiç tahammül edemezdi.
Bense her gün eve kafamda Clairefontaine'deki antrenörümün sesiyle dönerdim. Hep zayıf ayağımız üzerine çalışmamız gerektiğini vurgulardı. Clairefontaine'de olay tamamen yeteneklerimizi geliştirmekle alakalıydı. Ama Bondy'deki hayat, gerçek hayattı. Olay, yarı profesyonel ligde kalabilmekti. Amaç kazanmaktı, nokta.
Bir hafta sonu Bondy için oynuyor olduğumu hatırlıyorum. Kanattaydım ve top ayağımdaydı. Sağ ayağımdaydı. Etrafımda kimse yoktu. Mükemmel bir fırsat. Ve kafamda Clairefontaine'deki antrenörümün sesini duyabiliyordum, "Kylian, sol ayağına çalış."
Ben de sol ayağımla bir uzun top denedim. Ve tamamen başarısız oldum. Rakip topu aldı ve kontra atağa kalktı. Babam adeta canıma okudu.
Bağırışı hâlâ kulaklarımda.
"Kylian! Clairefontaine'de öğrendiğin süslü şeyleri denemek için burada değilsin! Burada oynamamız gereken bir lig var! Clairefontaine'e gidip bütün hafta süslü sahanda çalışabilirsin! Ama burası Bondy! Burada bir hayatımız da var!"
Nereye gitsem hâlâ bu dersi beraberimde taşıyorum. Babam aklımın havada olduğunu biliyordu ve ne olursa olsun ayaklarımın yere bastığından emin olmak istiyordu.
Sonrasında, 14. yaş günümden hemen önce, inanılmaz bir hediye aldım. Babam, Real Madrid'deki birinden beni tatil döneminde takımla antrenman yapmak üzere İspanya'ya davet eden bir telefon almış. Bu gerçek bir şok olmuş çünkü babama bizzat Zidane'ın beni görmek istediğini söylemişler. Zizou o zamanlar sportif direktördü. Elbette sevinçten havalara uçmuştum. Gitmek için sabırsızlanıyordum.
Ancak aslına bakarsanız pek de kolay değildi çünkü gözlemciler maçlarımızı izlemeye gelmeye başlamıştı ve ben de medyanın ilgisini çekiyordum. 13 yaşındayken bununla nasıl başa çıkacağınızı bilemiyorsunuz. Çok baskı vardı ve ailem de beni korumak istiyordu.
Ancak o hafta 14. yaşıma giriyordum ve ailemin doğum günü hediyem olarak beni Madrid'e götürmek üzere her şeyi hazırladığından bihaberdim.
Ne sürpriz ama!
İnanın veya inanmayın, nereye gittiğimizi kimseye söylemedik. En yakın arkadaşlarıma bile söylemedim çünkü çok gergindim. İşlerin yolunda gitmemesi halinde mahalleme insanları hayal kırıklığına uğratarak dönmek istemiyordum.
Havaalanından antrenman tesislerine gidişimizi hiç unutmayacağım. Zidane, bizi şık arabasıyla otoparkta karşılamıştı. Merhabalaştıktan sonra beni antrenman için sahaya götürmeyi teklif etmişti. Ön koltuğu işaret ediyordu, "Hadi, gir içeri" dercesine.
picture

Kylian Mbappe ve Zinedine Zidane

Görsel kaynağı: Getty Images

Bense donakalmış ve "Ayakkabılarımı çıkarmalı mıyım?" diye sormuştum.
Hahaha! Niye öyle dedim bilmiyorum. Ama Zizou'nun arabasıydı işte!
Bunu çok komik bulmuştu. "Elbette hayır. Hadi, gir içeri" demişti.
O beni antrenman sahasına götürürken ben de kendi kendime "Zizou'nun arabasındayım” diye düşünüyordum. "Ben, Bondy'den Kylian'ım. Bu gerçek olamaz. Hâlâ uçakta uyuyor olmalıyım."
Bazen, bir şeyi gerçekten yaşıyor bile olsanız rüyadaymışsınız gibi hissettiriyor.
Mesela Dünya Kupası'nı kazanınca...
Anlarsınız ya, Dünya Kupası'nı herhangi biri olarak deneyimlemiyorsunuz. Bir çocuk olarak deneyimliyorsunuz.
Avustralya'ya karşı oynayacağımız ilk maçımızdan önce sahaya çıkmak üzere tünelde bekleyişimiz, asla unutmayacağım anılarımdan biri. Ne yaşamakta olduğumu anladığım andı o an. Ousmane Dembele'ye baktım, yalnızca gülümsüyor ve kafalarımızı sallıyorduk.
"Baksana bize. Evreux’lü bir çocuk. Ve Bondy’li çocuk. Dünya Kupası'nda oynuyoruz." dedim.
"Gerçekten inanılmaz." dedi.
Sahaya çıktık ve 65 milyon insanı arkamızda hissettik. La Marseillaise'i duyduğumda ağlayabilirdim.
picture

Kylian Mbappe

Görsel kaynağı: Getty Images

O yaz Dünya Kupası'nı ellerinde tutanların ne kadar büyük bir bölümünün varoşlarda büyümüş olduğu bana ilginç geliyor. Banliyölerde... Eritme potalarında... Sokaklarında yürürken sayısız dil duyduğunuz mahallelerde… 15 el sıktığınız mahallelerde; 14 değil, 10 değil, bir değil...
Bondy'deki çocuklara,
İle-de-France'deki çocuklara,
Banliyölerdeki çocuklara,
Biz Fransa'yız. Siz Fransa'sınız.
Biz çılgın hayalperestleriz. Ve şansımıza, hayal kurmak pek masraflı değil.
Ve hatta, ücretsiz.
İçtenlikle,
Bondy'den Kylian.
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam