Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Van Basten ile erken vedası ve düşüncelerinin değişimi üzerine

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 25/11/2020 - 12:16 GMT+3

Marco van Basten, Amsterdam’daki bir ofis binasında, dikdörtgen bir odada oturuyor. Duvarlar beyaz ve yalın, tablolar ya da posterler yok. Bir kabre konuk olmak gibi, futbolun kayıp meleğinin mezarına, yaşanmamış ihtimallerin hayalleriyle dolu bir inziva yerine... Van Basten, bir masanın başında oturuyor; o da dümdüz bir masa. ‘Utrecht Kuğusu’, dingin ve şahane gözüküyor.

Marco van Basten celebrates against England

Görsel kaynağı: Imago

*Bu yazı Daily Mail'de yayımlanmış ve Tifosi Blog ekibi tarafından çevirilmiştir.
Marco van Basten, Amsterdam’daki bir ofis binasında, dikdörtgen bir odada oturuyor. Duvarlar beyaz ve yalın, tablolar ya da posterler yok. Bir kabre konuk olmak gibi, futbolun kayıp meleğinin mezarına, yaşanmamış ihtimallerin hayalleriyle dolu bir inziva yerine... Van Basten, bir masanın başında oturuyor; o da dümdüz bir masa. ‘Utrecht Kuğusu’, dingin ve şahane gözüküyor.
Çok fazla şey kazanmış, çok saygıdeğer ve hayranlık duyulan bir oyuncu olarak onun hikayesinin konusu, kayıpların üstesinden gelmek. Çocukluk arkadaşı Jopie’nin kaybı, yarım kalan kariyerinin kaybı, özgüveninin kaybı, sağlığının kaybı, parasının kaybı...
Sessizlikleri doldurmaya çalışmaksızın benim bu konularda konuşmama izin veriyor. “Bazen çok soğuk ve donuk olabiliyorum” diyor sonradan. “Aslında bunun sebebi çok duygusal olmam. Çok duygusal olduğum için kendimi savunmaya çalışıyorum ve sonra da soğuk ve çıkarcı oluyorum. Bu, benim için bir savunma mekanizması. Öte yandan, yaşlandıkça, daha açık ve dürüst oldukça kendinizi gerçekten olduğunuz gibi göstermek kolaylaşıyor.”
Ben, kariyerindeki güzelliklerin sakatlıklarla harap oluşu ve bizim de onun sahada olgunlaşmasını tam olarak izleyemeyişimiz hakkında gevezelik ederken o da beni dinliyor. Futbolun James Dean’i gibi... 1988 Avrupa Şampiyonası Finali’nde Sovyetler Birliği karşısında kupayı kazandıran muhteşem volesinin teknik mükemmelliğiyle sonsuza dek yaşayacak bir oyuncu... Kimileri yüzyılın golü demişti, Van Basten’in paletindeki renklerden yalnızca biriydi halbuki.
Doksanların başında, Van Basten’in dünyanın en iyisi olduğu bir dönem vardı. Hala birçok listede tarihin ilk 10’una giriyor. Üç kez Ballon d’Or kazandı ve Serie A liglerin kralıyken o da iki kez Serie A’nın gol kralı oldu. Zarif bir suikastçı, çok güzel bir oyuncu, ölümcül bir bitiriciydi. Silah arkadaşları Ruud Gullit ve Frank Rijkaard ile beraber Milan’a art arda Avrupa Şampiyonası zaferleri yaşattı.
1992’de FIFA Dünyada Yılın Oyuncusu Ödülü’ne layık görüldü, 1993’te ise kariyeri sona erdi. Son maçı, Milan formasıyla Marsilya’ya karşı aldıkları Şampiyonlar Ligi Finali mağlubiyetiydi ancak o zamana dek de arka arkaya yaşadığı ayak bileği sakatlıkları ve başarısız ameliyatlar, ondan çok şey götürmüştü; daha fazla devam edemeyecekti. O son maçı oynadığında yaşı 28’di.
İnternette Van Basten’in 18 Ağustos 1995’te, San Siro’da kendisine hayranlıkla bakan taraftarlara veda edişinin unutulması zor görüntüleri var. Taraftarlar onun adına şarkılar söyleyip pankartlar açarken o da kot pantolonu ve süed ceketiyle tribünlerin önünde tur atıyor. Yedek kulübesinde, sert bir adam gibi gözüken ve zafiyetlerini pek nadiren gösteren Milan teknik direktörü Fabio Copello, herkesin içinde kaybettikleri yüce adam için gözyaşı döküyor.
“Bir anda her şeyin farkına vardım” diyor Van Basten yeni kitabı‘Basta: Benim Hayatım, Benim Gerçeğim’de. “Gün gibi açıktı. Can evimden vurulmuştum. 80.000’in önünde... Kendi vedama tanıklık ediyordum. Futbolcu Marco Van Basten, artık yoktu. Var oluşu sona eren birini izliyordunuz. Artık var olmayan biri için alkış tutuyordunuz. Koştum ve alkışladım, ancak ben artık yoktum.
“Keder, varlığımın en derinlerinden yükseldi. Beni gafil avladı. Şarkılar ve alkışlar, gardımı delip geçti. Avazım çıktığı kadar bağırmak istesem de kendimi sakin kalmaya zorladım. Her şeyi kontrol altına aldım; istediğim gibi, olmak zorunda hissettiğim gibi. Gerçekten istediğimde daima bunu yapabilmiştim. O an da bir istisna değildi.
“Sahayı dolaşıp alkışladım. Ama acımı hiç göstermedim. Bütün stadyumun keder dolu olduğunu hissettim. Yaşananlar için, benim için, olmuş olduğum kişi için. Gözyaşlarımı zor tutuyordum ama hiçbir şey göstermedim. Turum sona eriyordu. Bir şeyler değişmişti. Temel bir şeyler... Futbol benim hayatımdı. Hayatımı kaybetmiştim. O gün, bir futbolcu olarak öldüm. Kendi cenazemde bir konuktum.”
Olabileceklerin size işkence etmesini engellemek imkânsız. Lionel Messi’nin kariyerinin beş yıl önce sona erdiğini düşünün. Athletic Bilbao’ya karşı tek başına attığı o inanılmaz golü izlemediğimizi düşünün. 2015’te Juventus’u yenerek Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan Barcelona takımında olmadığını düşünün. Real Madrid’in yakın geçmişini şekillendirmek üzere Cristiano Ronaldo’nun var olmadığını düşünün. Van Basten’in yapabileceklerini düşünün. Bize verebileceği anıları düşünün.
Marco van Basten
Çeyrek asır sonra, Amsterdam’daki kabrinde oturan Van Basten, James Dean’den bahsettiğimde gülümsüyor. “Yaşlandığımı göremediniz” diyor. “Doğru.” Fakat emekliye ayrıldığından beri, yaşayamadıkları için yas tutmak ve yaşadıkları için müteşekkir olmak arasında bir savaş süregeliyor zihninde. Yaşlandıkça, minnetin galip gelmesi gerektiği düşüncesi daha da netleşiyor.
“Başlangıçta hayal kırıklığını hissediyordum, kariyerimi tamamlayamadığımı düşünüyordum. Kupalar, Avrupa şampiyonaları kazanabileceğim 10 yılı kaybetmiştim. Ama en azından futbolda başarı dolu 10 yıl geçirmiştim. Hayattan keyif almış, iyi para kazanmıştım; bunları deneyimlemek çok güzeldi.
“Her zaman en iyisini istiyorsunuz ama sonunda, sahip olduklarımla mutlu olmam gerekiyordu. Bu benim için iyi bir dersti. Duygularım arada. 10 harika yıl yaşadım, 10 harika yıl kaçırdım. İçten içe, bu yılları Ronaldo veya Lewandowski gibi yaşayamadığım için çok da mutlu değilim ama 17-18 yaşlarında bırakmak zorunda kalan birçok oyuncu da var.”
Tekrar tekrar iki örneğe dönüyor. İlki, emekliliğinden kısa süre sonra Juan les Pins’te tatil yaparken tanıştığı Jean-Claude adlı bir ayak voleybolu oyuncusu. Van Basten, Fransız’ın ne kadar yetenekli oluşundan etkilenmiş ve ona hayatı hakkında sorular sormuş. Gençliğinde göz alıcı bir futbolcuymuş, ta ki bir çapraz bağ sakatlığıyla kariyeri 17 yaşında sona erene dek. Tanıştıklarında Nice havalimanında çanta taşıyıcı olarak çalışıyormuş, onu hayata bağlayan şey ise kumda geçirdiği zamanmış.
İkinci örnek, çocukluk arkadaşı ve hem çok olgun hem de yetenekli bir futbolcu olan Jopie. Ve bu örnekte, yaşanmış olabileceklerin işkencesi çok daha acı verici. Çünkü Jopie’nin büyüyüşünü de kimse görmedi. Van Basten yedi yaşındayken, bir kış günü Jopie ile bir maceraya atılmaya karar vermiş ve kendilerini donmuş akarsularda bulmuşlar. Bir göle gelmişler ve buza ilk Jopie ayak basmış; ipin bir ucunu o tutmuş, ötekini Van Basten.
Buzun ortalarına yaklaştıklarında buz kırılmış ve Jopie içine düşmüş. Van Basten, ipin bir ucunun elinde kalışını hatırlıyor hala. “O gün yün bir şapka giyiyordu.” diyor Van Basten. “Bir çeşit sürat pateni şapkası gibiydi. Ortasında beyaz, kenarlarında kırmızı şeritler bulunan mavi bir şapka. O düşse de şapka hala suda yüzüyordu. Çok net hatırlıyorum.”
Van Basten yardımcı olmak amacıyla koşmuş ama Jopie, çıkarıldığında çoktan ölmüş. Van Basten 10 yıl boyunca arkadaşının fotoğrafını yanında taşımış, ta ki babası fotoğrafın psikolojik açıdan oğlunu etkilediğine karar verene kadar.
“Özel hayatımda bıraktığı etkiyi anlamak kolay değil. Yedi yaşındaydım, elbette karakterime ciddi etkilerde bulunmuştur ama yarattığı gerçek sonuçlar nelerdi? Bilmiyorum. Futbol oynamayı severdim, o da benim arkadaşlarımdandı. O yaşta yaşam ve ölüm kavramlarını anlamayı başardığım söylenemez.”
“Bu anıyı hep içimde taşıdım. Daha yakınlarda, yakın zaman önce bile bu konu hakkında konuşurken duygulandım. Birinin çocukluğundaki bir anıydı yalnızca. O zamanlar benden daha iyi futbol oynuyordu. Bir yaş da büyüktü. Ben yoluma devam ederken o artık yanımda değildi. Gerçek buydu. Küçük bir resmini hep yanımda taşırdım. Fakat 10 yıl kadar sonra kaybettim. Babam resmi atmış, geçmişi unutmam gerektiğini söylemişti.”
31 Ekim’de Van Basten 56 yaşına girdi. Artık hem baba hem dede. Kitabında bilek sakatlıklarının yaşattığı tanımlanamaz acıdan hatalı ameliyatlara kadar birçok detay mevcut. Bileğinden çektiği acının dayanılmaz hal aldığı bir dönemde tuvalete karnının üstünde sürünerek gitmesi bile gerekmiş.
Emekliliğinden kısa süre sonra bir bilek kaynaştırma ameliyatı geçirdiğinden artık topallamadan yürüyebiliyor. Bir zamanlar tenis oynarmış fakat hareket kabiliyeti kortun büyüklüğünü karşılayamadığından ve kaybetmeyi sevmediğinden squasha geçmiş ve artık kendini adamış bir squash oyuncusu. Ara sıra Milan’dan eski takım arkadaşlarıyla golf de oynuyor. Gullit ve Rijkaard ile hala arkadaşlar.
Van Basten’in sonunu getirenin yediği tekmeler olduğu ve arkadan müdahalelerin yasaklanmasının başlıca nedeninin defans oyuncularının Van Basten’e karşı olan tutumu olduğu söylenir. Oyunun kötü vicdanı ve Messi gibi oyuncuların neden artık daha fazla korunduğu hakkında tartışmalar yapıldığında öne sürülen isimlerin başında gelir Van Basten.
Yine de o bu anlatıyı tam olarak anlamlandıramıyor. Ona göre suçlu, aldığı kötü tıbbi tavsiyeler ve hedeflendiği gibi sonuçlanmayan ameliyatlar. Bilek problemlerinin başladığı gün olarak 7 Aralık 1986’yı, yani Ajax’la Oosterpark Stadyumu’nda Groningen’e karşı oynadıkları maçı gösteriyor. Edwin Olde Riekerink’e kayarak bir müdahale gerçekleştirmişti. “Sert girdim çünkü topu kaybettiğim için sinirlenmiştim. Bileğim anında acıdı.”
“İlk sakatlığımın sebebi kendi müdahalemdi. Fizyoterapistlerin, doktorların ve cerrahların verdiği tüm tavsiyeler daha fazla sorun yaratmaktan başka bir işe yaramadı. Beni oyundan uzaklaştıran defans oyuncuları veya futbolun kendisi değil, yanlış kararlar ve yanlış tıbbi tavsiyelerdi. Bilerek yapmadılar ama yardımcı oldukları da söylenemez.”
“Futbol 20 sene öncesine kıyasla biraz daha temiz ama kimse benim iyi bir müdahaleden veya top çalmadan hoşlanmadığımı söyleyemez. Bu da oyunun bir parçası. Savunma oyuncusuysan ve sınırlarda oynuyorsan bu iyi bir şey yapıyorsun demektir. Yaptıkların güvenli olmak zorunda. Hakiki bir top çalmaysa problem değil. Aşırı tedbirli oynanan bir oyun yaratmak istemiyorum. Bu bir temas sporu. Sert olmak da işin bir parçası. Böyle devam ettiği sürece de işler yolunda demektir.”
Marco van Basten
Van Basten bir zamanlar, elbette, teknik direktörlük de yaptı. 2006 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ülkesinin başında bulunsa da kendisi görevinin beraberinde getirdiği stresi kaldıramadığını itiraf etmekte samimi ve cesur. 2014-15 sezonunun ilk beş maçının ardından AZ Alkmaar’daki teknik direktörlük görevini bıraktığında bu işin “kendisine sık sık fiziksel ve mental sorunlar yarattığını” itiraf etmişti.
“Bir futbolcu olarak sahadasınız ve etkiniz çok daha fazla. Teknik direktörken ise bütün hafta boyunca her bir oyuncuyla gelecek maç hakkında konuşursunuz fakat maç başlayınca anlarsınız ki yarattığınız etki beklediğinizden çok daha düşük. Benim için bunu kabullenmek kolay olmadı. Kazanmaya o kadar takıntılıydım ki kaybettiğimizde gerçekten canım yanar, yeterince iyi olmadığımı hissederdim.
“Teknik direktörlüğün enerjimi bu kadar tüketmesi benim için hayal kırıklığı oldu. Çok yorulduğumdan devam etmeyi veya yeniden başlamayı göze alamadım. Nihai olarak dedim ki ‘Bu iş bana iyi gelmiyor, böyle bir iş beni mutlu etmeyecek ve yeterince enerjim kalmıyor. Bıraksam iyi olur. Sağlığım için böylesi daha iyi.’”
Van Basten hala futbolu seviyor. Zaman zaman yorumculuk da yapıyor ve geçen hafta Donny van de Beek’in Manchester United’a giderek yanlış tercihi yaptığını söylemesi birçok manşete konu oldu. Günümüzde beğendiği forvetler Kylian Mbappe, Robert Lewandowski ve tabii Messi ile Ronaldo. “Lewandowski bana biraz kendimi hatırlatıyor. O ve Ronaldo’nun bir karışımı gibiydim. Diğerleriyle birlikte oynamayı bilir, asistler yapardım.”
Zaman geçtikçe, kaybettikleriyle barışık ve kafaya takmayan biri gibi hissettiğini söylüyor. “Romario ve Ronaldo gibi muhteşem oyuncular 19-22 yaş arası kupalar kazandılar. Ben de onların grubuna aitim. Yalnızca, benim başladığım işi bitirme fırsatım olmadı.
Zaman ilerledikçe aslında bardağımın yarısının dolu olduğunun farkına vardım. Juan les Pins sahilindeki o adamı aklıma getiriyorum. Neyse ki artık sık sık bu şekilde düşünebiliyorum ve başardığım onca şey hakkında memnun olmayı öğrendim.
“Çok mutlu ve şükran doluyum. Çok sevdiğim bir karım ve üç çocuğum var. En büyük kızımın bir oğlu, ikinci kızımın da bir kızı var. İyi bir yaşam sürüyorum ve minnettarım. Mutluyum ve her günümden keyif alıyorum. Uyandığımda iyi hissediyorum ve hala sağlıklıyım. Her sabah kalkıp iyi hissettiğimde spor yapmak istiyorum. İyi bir hayatımın olduğunu ve mutlu hissettiğimi anlamanın basit bir yolu.”
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam