Pistlerdeki savaşçı: Wilma Rudolph

Eurosport Türkiye

Güncellendi 24/07/2019 - 12:09 GMT+3

Birleşik Amerikalı siyahi kadın atlet Wilma Rudolph’un sancılı çocukluk yıllarından başlayıp olimpiyat şampiyonluğuna uzanan öyküsünü Eurosport Türkiye ekibinden Mustafa Kavgacı kaleme aldı.

Wilma Rudolph

Görsel kaynağı: Eurosport

Afili bir ışık oyunuyla ekranda üç silüet beliriyor. Hayır, Alfred Hitchcock’un tüylerimizi diken diken etmek amacıyla tasarladığı bir Ali Cengiz oyunu değil bu. Neyse ki dış ses de vakit kaybetmeden sahneye nüfuz edip endişeye mahal bırakmıyor:
"Bu genç kadınlardan biri 1960 Olimpiyatları’nda üç altın madalya kazandı."
Işıklar yanıyor ve yüzler aydınlanıyor. Dış ses, yan yana duran üç siyahi genç kadına sesleniyor:
"Lütfen, isminizi söyleyin"
Üç kadın da sırasıyla aynı cevabı veriyor:
"Ben, Wilma Rudolph’um."
Bu açılış, altmışlı yılların Amerika’sının meşhur eğlence programı "To Tell The Truth"a ait. Programda birkaç Hollywood yıldızı, karşılarına dizilen bu üç kadından hangisinin gerçekten Wilma Rudolph olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Öyle ya, Wilma Rudolph’tan sadece bir tane var.
O dönemin magazin figürlerinin onu simaen tanımaması kısmen anlaşılabilir. Zira iletişim araçlarının henüz bu kadar yaygın olmadığı bir dönemden söz ediyoruz. Amerikan toplumu bir kenara, belki de bizzat Wilma dahi başardığı şeyin büyüklüğünün henüz farkında değildi. Ancak hiç kuşku yok ki; boynundaki üç altın madalya, başrolünde olduğu peri masalının sonundaki hazineyi temsil ediyordu.
Çocuk felciyle geçen bir çocukluktan olimpiyat şampiyonluğuna uzanan bir peri masalı…
Wilma Rudolph
Küçük Wilma fena öksürüyor
Wilma, iki ayrı anneden olan 22 çocuğun 20.'si. İkinci Dünya Savaşı’nın iyice hararetlenmeye başladığı 1940 yılında ilk kez ciğerlerine oksijen değen bu küçük kızcağız, dünyaya gelişinden itibaren türlü hastalıklarla mücadele etmek zorunda kaldı. Ciğerlerini yıpratan zatürre ve ateşler içinde yanmasına neden kızıl hastalığının ardından karşısına daha büyük bir canavar çıkacaktı. Henüz dört yaşına gelmişti ki, bir doktorun ağzından dökülen kelimeler çocuk yüreğiyle zorlu bir mücadeleye hazırlanması gerektiğini söylüyordu: Çocuk felci...
Ne yazık ki, yoksul bir ailede büyümeye çalışan Wilma’ya hayat da hiç insaflı davranmıyordu. Çocukluk yılları, her hafta kilometrelerce uzaklıktaki sağlık merkezlerine yaptığı yolculuklarla geçti. Annesi hem hizmetçilik yapıp para kazanıyor hem de küçük Wilma’nın tedavisi için ona sürekli refakat ediyordu. Wilma’nın sol bacağı felçliydi. Kan akışını sağlamak için felçli bacağa düzenli olarak masaj yapılması gerekiyordu. Rudolph ailesi, yıllar boyu hiç yılmadan o küçük bacağı işlediler. Hiçbir zaman umutlarını kaybetmediler ve günden güne ona can verdiler.
"Doktorum bana bir daha yürüyemeyebileceğimi söyledi. Annem ise yürüyebileceğimi... Ben anneme inandım."
Wilma annesine inandı. 13 yaşına geldiğinde çocuk felcini atlatmıştı. Artık o da yaşıtlarının yaptığı her şeyi yapabilirdi. Zaten bu konuda hiç de çekingen davranmıyordu. Ablasına özenip basketbol oynamaya başlamıştı. Okullararası bir turnuvada onu gören Tennessee State Üniversitesi’nin atletizm antrenörü Ed Temple’la tanıştığındaysa hayatı değişecekti.
Wilma Rudolph
Koş Wilma koş
Ed Temple, son derece disiplinli bir antrenördü ve atletlerden hep en iyisini istiyordu. Diğer taraftan, Wilma’nın yeteneği de su götürmezdi ancak gösterdiği adanmışlık onu çok daha ileri bir seviyeye taşıyacaktı.
1956 Melbourne Olimpiyatları... Wilma, artık 16 yaşındaydı ve Amerika Birleşik Devletleri Olimpiyat Takımı'nın en genç üyesiydi. Heyecanını dizginlemekte zorlanıyordu. Ne yapacağını bilmeyen küçük bir kız gibiydi ama burada hem yenilgiyi hem de zaferi tadacaktı. 200 metre yarışında elemeleri geçemese de 4x100 metre bayrak yarışında kazanılan bronz madalyalardan biri, eve dönüş yolunda Wilma’nın boynunda salınıyordu.
Dört yıl sonra ise sırada 1960 Olimpiyat Oyunları vardı. Gladyatörlerin savaştığı arenaların kenti Roma’da, bu kez bir Amazon savaşçısı arzıendam edecek ve süratiyle izleyenleri büyüleyecekti.
"Annem her zaman, 'Hayata devam etmek için önce geçmişi ardında bırakmak zorundasın.' derdi."
Forrest Gump’ın bu meşhur repliği, benzer bir kadere sahip olan Wilma’nın hikâyesiyle de uyuşuyor. 100 metre finali için Wilma'nın piste çıktığı sırada hissedilen hava sıcaklığı 43 dereceye ulaşmıştı. Çocukluğunda ateşler içinde yandığı günleri anımsatan bu atmosferi tersine çevirmenin tek yolu vardı. Yarış başladığında Wilma ileri atıldı. Önlenemez bir makine gibiydi. Attığı her adımda, çocukluğunun canavarlarını 100 metrelik bir pistin üzerinde teker teker mağlup ediyordu. Olağanüstü bir hıza ulaşmıştı. Wilma, geçmişini koşarak ardında bırakıyordu.
"Kazanmak elbette harika. Ancak eğer hayatta gerçekten bir şey başaracaksanız, işin sırrı kaybetmeyi öğrenmekte. Hiç kimse hayatta yenilmez olarak kalamaz. Yıkıcı bir yenilginin ardından ayağa kalkabilirseniz, daha fazlasını başarmak için yolunuza devam ederseniz, bir gün mutlaka şampiyon olursunuz."
Wilma’nın bu sözleri hayat hikâyesini özetliyor. O, çok küçük yaşta yenilgiyle karşılaştı ancak yılmadı. Ayağa kalktı ve mücadele etti. Sonunda ise büyük bir hazineye ulaştı. 100 metre şampiyonluğunun ardından 200 metre ve 4x100 metre yarışlarında da ipi en önde göğüsleyip, tam üç tane altın madalyayla eve dönüyordu. Wilma Rudolph, o güne kadar tarihin gördüğü en hızlı kadındı.
Memleketi Clarksville’e döndüğünde, siyahların ve beyazların ayrıştırıldığı hiçbir törene katılmayacağını kasaba yönetimine belirtmişti Wilma. Önünde bir canavar daha vardı. Belki tek başına yenemezdi ama elinden geleni yapabilirdi. Nihayetinde bu tavrı sonuç verdi: Kendisi adına düzenlenen törenler, Clarksville tarihinde siyahların ve beyazların birlikte katıldığı ilk etkinlikler olmuştu. Wilma, kazanmaya devam ediyordu.
Wilma Rudolph
Diğer taraftan, kazanamadığı bir şey de vardı: Para... Olimpiyat şampiyonu olmasına rağmen amatör bir sporcuydu ve para kazanamıyordu. O da kariyerini sonlandırıp öğretmenlik yapmaya başladı. Bir yandan da maddi durumu yeterli olmayan çocukların spor yapabilmesi için kâr amacı gütmeyen etkinlikler düzenliyordu. İlerleyen yıllarda ise devlet destekli spor projelerinde ve yorumcu olarak spor programlarında boy gösterdi.
"Hangi başarıları elde ederseniz edin, bu yolda mutlaka birilerinden yardım alırsınız."
1994 yılında, Wilma’nın bazı sağlık sorunları ortaya çıkmıştı ve kısa süre önce de annesi vefat etmişti. Bu üzüntüyle hayatına devam ederken, temmuz ayında yolu bir hastaneye düştü. Doktorun söyledikleri hiç de olumlu değildi ve bu kez yanında annesi de yoktu. Wilma hem beyin kanseri hem de gırtlak kanseriydi. Bu kez savaşmadı. Belki takati kalmamıştı, belki de annesinin yanında olmak istemişti. Dört ay gibi kısa bir süre içinde, bu hastalık onu alıp annesinin yanına götürdü. Henüz 54 yaşındaydı.
O, doğduğu andan itibaren karşısına gelen türlü zorlukla mücadele etmeyi başarmış bir savaşçı... Sadece sporcular için değil, hayatında yenilgilerle yüzleşen herkes için bir yol gösterici... İnsan hakları için mücadele etmiş görkemli bir figür... Onun ismi nerede yankılanırsa yankılansın, zaman aktığı sürece saygı uyandıracak. Hatta kim bilir; belki zaman durup, cennetin kapılarına dayandığında bile…
"Lütfen isminizi söyleyin."
"Ben, Wilma Rudolph’um."
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam