Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Roger Federer: Olağanüstü bir adam

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 08/08/2020 - 17:54 GMT+3

Roger Federer'i başarılarıyla tanıdık. Rekorlarıyla, olağanüstü performansıyla ve beyefendiliğiyle. Şimdi, zaman makinesine atlıyoruz, 2005'e dönüyoruz ve Kerim Kılıç'ın çevirdiği yazıda Ekselansları'nı başka bir pencereden tanıyoruz.

federer wimbledon 2005

Görsel kaynağı: Imago

All England Tenis ve Kriket Kulübü 1922’de şu anki yerine taşındığından beri sadece üç sporcu Wimbledon’ı art arda iki kereden daha fazla kazanma başarısı gösterdi. 1930’lu yılların ortasında Fred Perry dominasyonu vardı; Bjorn Borg 1976-1980 yılları arasında art arda beş kez kazanmıştı ve Pete Sampras 1993-1995 yılları arasında üç kez, 1997-2000 yılları arasında ise dört kez kazanma başarısı göstermişti.
24. yaş gününden bir ay önce keskin fikirlere sahip kimilerinin Roger Federer’in Pete Sampras’tan daha iyi bir oyuncu olduğunu düşünmesi, Federer hakkında neden bu denli konuşulduğunun bir göstergesiydi. Kaderinde yazıldığı üzere, Federer’in gelmiş geçmiş en iyi tenis oyuncusu olma ihtimali olmama ihtimalinden daha fazlaydı.
Elbette farklı dönemler, farklı ekipmanlar ve birbirinden farklı rakiplerin rekabet düzeyi "şimdiye kadarki en iyi" etiketlerini içi boş ve varsayımsal hâle getiriyor. Federer, 2001 Wimbledon'da Sampras'ı yenerek Amerikalının çimdeki 31 maçlık galibiyet serisine son vermesine rağmen, onun efsane Rod Laver’ı yenip yenemeyeceğini kim söyleyebilir ki?
Aslında Laver, Federer bunu yapabilir gözüyle bakıyor. “Onunla mukayese edilmekten onur duyarım.” diyor 66 yaşındaki Avustralyalı. “Maç içinde yaptığı vuruşların büyük çoğunluğu esrarengiz ve anlaşılmaz düzeyde.”
Federer kortta çoğu zaman büyülü bir performans ortaya koyarken görülse ve en zorlu rakiplerine karşı beklenmedik şekilde köşelere yolladığı vuruşları olsa bile Laver’ın rekoruyla aşık atabilmesi için önünde gitmesi gereken bir yol var. “Rockhampton’lı Roket” bir yıl içinde dört büyük tenis turnuvasını ikişer kez kazanan tek sporcu olma özelliğini koruyor.
Ancak bu takvim Grand Slam’leri 1962 ve 1969 yıllarında gerçekleşti. Şimdiki hız ve yoğunluk, en üst düzeydeki rekabet, farklı zeminlerde üstünlük kurmak için antrenmanlarını ona göre programlayan sporcularla birlikte erkekler tenisinde bugünlerde tek başına bir sporcunun çıkıp 12 ay boyunca dört unvanı da ele geçirmesi hayal edilemez hâle geliyor.
Yine de geçen yıl Federer; Melbourne ve New York’un sert, Wimbledon’ın çim zemininde Grand Slam’leri kazanarak hayal edilemez olanı gerçekleştirmeye şaşırtıcı biçimde yaklaştı. Dahası, Amerika Açık’ı kazanırken kendi çapında harika bir oyuncu olan Lleyton Hewitt’e karşı aşağılayıcı bir şekilde iki bagel set kazanarak finalde rakibini 6-0,7-6 ve 6-0’lık setlerle mağlup etmişti.
Bu sene, Federer için bir önceki gibi mükemmel bir yıl değil. Avustralya ve Fransa Açık’ta yarı finallerde elendi ve henüz Wimbledon’ı kazanamadı. Ama herkes biliyor ki o en iyi tenisini oynadığında yenilmez biri. Hatta en iyi performansının altında oynasa dahi çoğunlukla yenilmez biri.
Roger Federer
Çılgın bir bilim insanı çıkıp en iyi tenis oyuncularından bir bileşim yapsaydı bu Federer gibi performans gösterirdi: Federer; Borg’un olağanüstü hızına, çevikliğine, konsantrasyonuna; John McEnroe’nun mükemmel doğaçlama yeteneğine ve Sampras’ın bunaltıcı gücüne sahip. Ama aynı zamanda, neredeyse rakipleri için moral bozucu olabilecek biçimde dost canlısı bir kişiliği sahip; John Llod gibi diyebiliriz. Tenis kortunda rakibinizin zayıf noktasını bulamadığınızda kendinizi gaza getirmek için kişisel bir düşmanlık yaratabilirsiniz. Ancak bu taktik anlayış Federer’de çalışmaz.
Perşembe akşamı, erkekler tenisinin iki numarası Andy Roddick’e şampiyon hakkında neye saygı duyduğu soruldu: “O büyük olasılıkla eline tenis raketi almış en yetenekli insan.” diyerek cevapladı. “Çözüm yolu olarak öne sürdüğü vuruşları... Oynadığı oyunla o tamamen eksiksiz bir oyuncu. Ama asıl kort dışındaki saygısı ve hürmeti olağanüstü.”
“Bu zamana kadar birçok iyi oyuncu şampiyon oldu ama o oldukça zarif ve mükemmel biri. Soyunma odasında veya onun gibi herhangi bir yerde asla kaba davranmaz. İnsanlara saygıyla yaklaşır. Soyunma odasında görevliler veya yemek servisi yapan kişilere karşı bile o ‘lütfen’ ve ‘teşekkürler’ kelimelerine kullanır. Sanırım bu yüzden turda çok seviliyor. Bu kadar başarı kazanmasına rağmen ona karşı pek fazla düşmanlık yok.”
Burada hakkını teslim etmemiz gereken kişiler Federer’in anne ve babası. Onlar çocuklarının huysuzluklarına göz yumup müsamaha göstermediler. Federer, tıpkı kendisinden önce Borg örneğinde olduğu gibiydi. Onun sakin davranışları, çocukluğunda ilgi çekmek için başvurduğu duygusal tavırlarından kaynaklanıyordu. Gençlik yıllarında oynadığı turnuvalarda Federer kortta raket kırmaya ve öfke nöbeti geçirmeye meyilli biriydi. Bir defasında bir ilaç şirketinde satış elemanı olarak çalışan babası Robert dehşete kapılmıştı. Bundan vazgeçmesi için ona bağırır ve onu direkt eve götürürmüş. Bu yolculuk bazen birkaç saat sürer ve ortama tam bir sessizlik hâkim olurmuş. Nihayet Robert’in oğlu anlaması gerekeni anlamıştı. 1998’de, 16 yaşında profesyonel olduğunda öfkesini kontrol etmeyi çoktan öğrenen bir Federer vardı.
Federer ailenin ikinci çocuğu. Babası İsviçreli ve annesi Lynette Güney Afrikalı. Geçmişte her ikisi de Basel’in yakınlarındaki bir kulüpte sosyalleşme amacıyla tenis oynuyorlardı ve yürümeye yeni başlayan bir çocuk olan Roger onları izlerdi. Üç yaşındayken toplara kendi başına vurmaya başlamıştı ve bu vuruşlarda etkileyici bir koordinasyona sahip olduğu kulüp üyeleri tarafından dile getiriliyordu. Birkaç yıl içinde, Robert ve Lynette ellerindekinin dâhi bir çocuk olduğunun farkına vardılar. 12 yaşındayken Boris Becker’i idol olarak belirleyen Federer, İsviçre Tenis Federasyonu’nda Avustralyalı bir antrenörle çalışmaya başlamıştı artık.
Carter bu harika çocuğun gözlerinin kamaşmasına izin vermedi. Hem oyununu geliştirmek hem de aşırı yüklenme sonucunda gücünü ve hevesini kaybetmemesi için ona çiftlerde oynaması konusunda ısrarcı oluyordu. Aynı zamanda, sosyal hayatını asla ihmal etmemesi tavsiyesinde bulunuyordu. Zaman içinde Federer koçunu değiştirdi ve turda iyi bir oyuncu olarak görülen İsveçli Peter Lundgren’le çalışmaya başladı. Ama Carter onun akıl hocası olmaya devam etti ve bir zamanlar himayesi altında olan muhteşem yeteneğin dünya sıralamasında ilk 10’a girişini gururla takip ediyordu.
Fakat Federer, bir süre Grand Slam’lerde verdiği sözü yerine getiremedi. İki hafta süren bir rekabette bunu yapabilecek inatçılığa sahip olmadığına inanılıyordu. Çocukluğundan beri onun bir dahi olduğunu söyleyenlerin fikirleri bir şekilde zayıflamıştı. Bir dizi galibiyetten sonra daha sıkı bağlarla kurulması gereken tek bir düşüncede toplanma hâli temelinden yıkılmaya başladı. Dünya sıralamasında düşüyordu. 2002 Wimbledon’da, dördüncü turda karşılaştığı Pete Sampras’la oynadığı beş setlik maçtan tam bir yıl sonra ilk turda turnuvanın dışına itilen taraftı. Yaldızlı hayatında ilk defa yukarı değil, aşağı doğru gidiyordu.
Sonrası bir felaketti. 21. yaş gününden kısa bir süre önce, Kanada’da turnuvada bulunduğu esnada Federer’e bir telefon geldi. Koçu Peter Lundgren, 37 yaşındaki Carter’ın bir trafik kazasında öldüğü haberini vermişti. Kiraladığı cipte bir köprü üzerinde takla atıp kaza yapmıştı. Peter Carter olay yerinde öldüğünde Federer’in tatil yapması için onu teşvik ettiği Güney Afrika’da tatildeydi.
Federer, doğum gününü perişan hâlde geçirdi ve daha sonrasında da aylarca öyle kaldı. “Peter benim hayatıma en çok dokunan kişiydi, ona çok şey borçluyum.” diyor Federer. İlk başta oynadığı tenisin kalitesi düştü ama yine de kararlılığıyla bu acıdan kurtulmayı başardı. Yaptığı mükemmel vuruşlar artık bir amaca sahip olma duygusuyla tamamlanıyor. Uysal ve yumuşak karakterdeki sporcular için elde etmesi en zor olan beceri katil içgüdüsü oluyor.
Roger Federer
Carter’ın ölümünden 11 ay sonra, Federer en prestijli unvan olan Wimbledon şampiyonluğunu elde etti; bu onun ilk Grand Slam’iydi. Ve sonrasında mutluluk ve hüzün gözyaşlarını birleştirerek ağlamıştı. O zamandan beri o derecede bir duygu yoğunluğuna ulaşmadan üç Grand Slam daha kazandı. Yarın beşincisini ekleyecek gibi gözüküyor. Sampras’ın 14 Slam’lik rekorunu aşacaksa tırmanması için Eiger Dağı’nın kuzey yüzüne sahip. Ve o bir İsviçreli, dağlara oldukça hâkim.
Bununla birlikte, küçük ama özverili ekibi onun her ihtiyacını karşılıyor. Annesi onun menajerliğini yapıyor ve beş yıldır beraber olduğu kız arkadaşı, onun halkla ilişkilerini yönetiyor. Kendisi de eski bir tenisçi olan Mirka Vavrinec, kariyerini başka büyük bir şampiyonun, Martina Navrailova’nın nezaketine borçlu.
1987’de, Mirka dokuz yaşındayken babası onu Almanya’nın Filderstadt kasabasında bir tenis turnuvasına götürmüştü. Müsabaka Navratilova’nın doğum günündeydi ve Navratilova’nın çok büyük bir hayranı olan Mirka’nın babası ona bir hediye vermeyi başarabilmişti. Kızı da yanındaydı ve Navratilova dokuz yaşındaki Mirka’ya tenis oynayıp oynamadığını sordu. Hayır, Mirka daha önce eline hiç raket almamıştı. Navratilova, Mirka’nın atletik göründüğünü ve bu işin üstüne gidip denemesi gerektiğini söyledi.
Orada Navratilova’nın içten gelen nezaketi olmasaydı böyle bir şey hiç yaşanmayabilirdi. Aslen Slovakyalı olan Vavrinec’lerin Zürih’te yaşadığını öğrendiğinde oradaki bir arkadaşına telefon açtı ve Mirka’ya bir tenis dersi ayarladı. Daha sonrasında Amerika’dan Mirka’nın kullanması için raketlerinden birini gönderdi. Ve içgüdüleri son derece keskin bir zekaya sahip olduğunu göstermişti. 2000 yılına gelindiğinde Mirka, dünyanın en iyi 100 oyuncusu arasına girmiş ve Sidney Olimpiyatları için İsviçre adına mücadele ediyordu. Federer’le de orada tanışmışlardı.
Bir yıl sonra Mirka kronik ayak sakatlığı yüzünden emekliye ayrılmak zorunda kaldı ancak Federer, onun tenise başlama hikâyesinden zevk alıyor. Onları bir şekilde bir araya getirenin Navratilova olduğu fikrinden hoşlanıyor.
Ama aynı zamanda, bir çocuğa oldukça nazik şekilde davranan ünü yayılmış bir şampiyondan da ilham alıyor. Bu durum, annesinin memleketi Güney Afrika'da yoksul çocuklara yardım etmek için Roger Federer Vakfı'nı kurmasının nedenlerinden biri. Aralarında Andre Agassi ve Tiger Woods'un da bulunduğu öncü roldeki birçok spor yıldızının da hayır kurumları olduğu doğru olsa da Federer’in bu vakfı kariyerinin böylesine erken bir döneminde kurması ve enerjisinin büyük bir kısmını bu işe adaması daha önce görülmemiş bir şey. Çocuklarla buluşmak ve işlerin nasıl gittiğini görmek için elinden geldiğince sık sık Güney Afrika'ya gidiyor.
Anlayacağınız, bu genç adam tenis kortunda kusursuzluk örneği sunmasının yanı sıra bir iyilik timsali olarak da görünüyor. Elbette bazı kusurları var. Bu kusurlardan biri, belirgin bir çeneye sahip olan film yönetmeni, Quentin Tarantino’ya olan benzerliği mesela. Şüphesiz ki Tarantino’nun, tam tersi bir durumdan ziyade Federer gibi toplum içinde hoş karşılanacağı zamanlar gelecek.
Aslında, muhtemelen çoktan geldi.
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam