Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Büyükbaba

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 22/11/2020 - 11:40 GMT+3

Evgeniy Pashutin, kariyerinde birçok önemli başarısı bulunan bir baş antrenör ve eski bir basketbol oyuncusu. Ayrıca Dušan Ivković tedrisatının medarı iftiharlarından biri. Kuban’da ikinci baharını geçiren Pashutin, büyükbaba olarak baş antrenörlük yapmanın farklılığını hissediyor. Kuzey Kılıç’ın röportajı.

Pashutin

Görsel kaynağı: Eurosport

Evgeniy Pashutin, 6 Şubat 1969’da Sovyetler Birliği’nin Sochi şehrinde dünyaya geldi. 1990 ile 2003 yılları arasında altı farklı takımda forma giydikten sonra bir yıl bile ara vermeden antrenörlüğe geçip yaptı. Antrenör olarak ilk başarısını 2005’te Rusya’da düzenlenen FIBA 20 Yaş Altı Erkekler Avrupa Şampiyonası’nda kazandı. Dušan Ivković tedrisatı altında yetiştikten sonra Pashutin, 2020’ye dek geldiğimiz süreçte iki kez EuroCup’ı kazandı. Ayrıca iki kez yerel ligde şampiyon olurken federasyondan çeşitli madalyalar kazandı. Asistan antrenör olarak ise Ettore Messina’nın CSKA Moskova’sında iki kez Euroleague, dört kez Rusya Ligi ve üç kez de Rusya Kupası’nı kazandı Pashutin. Kendisi şu anda Kuban’da Lokomotiv Kuban’ın başında ikinci baharını geçiriyor.
Nasılsınız?
İyiyim teşekkür ederim. Basketbol gibi taraftarlar olsun veya olmasın kalabalık bir insan topluluğu içinde gerçekleşen spor organizasyonunda görevli olduğum için sürekli olarak koronavirüs testi oluyorum. Kafanızda kuşku kalmaması için test olmanız güzel gibi görünüyor fakat test sonuçları çıkana kadar insan onlarca şey düşünüyor. “Eğer koronavirüs isem acaba eşime, torunlarıma, oğluma veya çevremdeki herhangi bir insana bu hastalığı bulaştırmış olabilir miyim?” diye düşünüyorum. Ve bu düşünce süreci bir hayli yorucu oluyor. Çünkü benim için aile, her şeyden önemli. Sadece bir eş, baba ve amca/dayı değilim; ayrıca büyükbabayım, ki bu, oldukça zor bir iş.
Hem bir baş antrenör hem de bir büyükbaba. Bu iki kimliği bir arada yürütmek biraz zor olsa gerek.
Eh, yani. Biraz zorlandığımı kabul edeceğim. Oğlum Roman doğduğu zaman 21 yaşındaydım. Onun doğduğu sıralarda hem Milli Takım’da hem de kulübümde ağır ve yoğun bir maç haftasından geçiyordum. Bu nedenle hem eşimin hem de Roman’ın yanında kalıp onlara yardım etme konusunda bir şeyler yapamadım. Roman evlendi ve çocuk sahibi oldu. Torunlarımı görüp onlarla vakit geçirmek tabii ki mükemmel ama aynı zamanda Roman’ı da daha fazla görebiliyorum. Günün sonunda ise antrenör olduğunuz gerçeğini daima birinci sıraya koyuyorsunuz; bir telefon, bir sakatlık haberi, rakibinizin kaybettiği bir maç… Her şeyi, ama her şeyi hemen bırakıp sadece basketbola odaklanıp baş antrenör kimliğinizi sergilemeniz gerekiyor genel olarak. Ama şunu kabul edeceğim, büyükbaba olmak mükemmel hissettiriyor. İyi bir büyükbaba olmak bir hayli sorumluluk ve fedakârlık içeriyor. Sonuç olarak bir kuşaktan başka bir kuşağa bir şeyler aktarmanız gerekiyor. Tabii onların teknolojisine ve yeni alışkanlıklarına ayak uydurmanız da…
Ailenizle zaman geçirmek en büyük hobiniz anladığım kadarıyla.
Kesinlikle. Antrenör olarak boş zamanınız kısıtlı oluyor. Ve bu zamanlarınızı yaşlı biri olarak ailenize ayırmanız, somon veya barbekü yanına taze sebzeler ekleyip ailenizle yemek yemeniz, torunlarınıza kitap okumanız sizi mutlu eden şeyler oluyor. Ah, tabii bazen eşinizle kafa dinleyip film izlemek, özellikle Cesur Yürek, kitap okumak da öyle.
Koronavirüs sürecinde basketbol. Bu süreçte ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?
Herkesin kısa bir düşünme süreci sonrasında bulabileceği “temas, maske, az oyuncu” gibi cevapları vermeyeceğim. Bence bu dönemde basketbola dair edindiğimiz en önemli izlenim bu sporun seyirciler olmadan bir şeye benzemediğidir. Seyircisiz oynanan bir maç, seyirciler olmadan yapılan bir maç önü ısınması bile insanı çok berbat hissettiriyor. Elbette en azından basketbolun devam etmesi bizi hayatta tutuyor. Ama o çılgın atmosferi özlemediğimi söyleyemem.
1969’da doğdunuz. 1990’dan beri resmî ve 1980’lerin ortalarından beri basketbolun içindesiniz. Yani ömrünüzün yarısından fazlasını bu spora harcamış durumdasınız, ki buna devam ediyorsunuz. Peki tüm hikâye nasıl başladı?
Dediğin gibi uzun bir süredir basketbolun içerisindeyim. Fakat bu sporla doğduğumu ve büyüdüğümü söyleyemem; tam tersine futbolla büyüyen, futbola âşık olan bir çocuktum. Çünkü doğduğum yerde, Karadeniz’de bulunan Sochi’de o yıllarda konuşulan tek şey futboldu. Futbolu seviyorduk ve futbol oynamak için elverişli alanlarımız ve malzemelerimiz vardı. Basketbol ise biraz yabancı ve garip bir spordu bizim için. Fakat 1978’de okuldaki beden öğretmenimiz Janna, beni ve birkaç öğrenciyi daha alıp bir antrenman salonuna götürdü. Orada iki tane demir pota ve bir de basketbol topu vardı. Bize, “Çocuklar, bu oyunun adı basketbol ve biz basketbol oynayacağız” dedi. İlk başlarda bu duruma alışamadım tabii ki ama sonrasında bu spora o kadar büyük bir aşk besledim ki, eğer imkânım olursa 80 yaşıma gelene dek burada kalacağım.
Koç Janna bize temel bilgileri verdikten sonra aramızda iyi olanları seçti ve bizi kulüp takımlarının altyapılarına yazdırdı. Orada daha profesyonel ve düzenli bir sistem içerisinde yetiştik ve tüm antrenörlerimizin yoğun çabası sayesinde kariyerler inşa etmeye başladık. Şu anki konuma gelmem için elinden gelen her şeyi yapan herkese müteşekkirim.
Pashutin
O yıllarda Soğuk Savaş’ın izleri, etkisi bir hayli fazla olsa gerek.
Evet, kesinlikle fakat ben ve benim jenerasyonumdakiler için politika, gerçek anlamıyla en son ilgi duyduğumuz şeylerden biriydi. Çünkü eğitimi ve siyaseti ayırmaya başlamıştık. İki kavramın aslında bambaşka şeyler olduğunu anlıyorduk sonunda. Bu nedenle büyük sorunlar yaşamadık. Hatta 1980’lerin sonunda Sovyet Rusya’nın ikinci milli takımıyla Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip Doğu Kıyı Şeridi’ndeki kolej takımlarıyla maçlar yaptığımızda veya 1994 Kanada öncesinde Jacksonville’de kalıp şehirde gezmemizde, kolej takımlarıyla konuşup oradaki oyuncularla arkadaş olmamızda; onları Rusya’da ağırlamamızda hiçbir sorun yaşamıyorduk. Çünkü günün sonunda her ne olursa olsun basketbolun çok büyük bir şey olduğunu ve bu derinlik içerisinde saçma ayrımların yer alamayacağını biliyorduk. 1990’larda zorlandık mı? Tabii ki. Fakat bunun sebebi Soğuk Savaş değildi. Yapının dağılıp tek bir ülke hâline gelmesiydi. İşte o süreçte herkes, aklınıza gelebilecek her tabaka ekonomik olarak ciddi zorluklar yaşadı. Birçok aile zor zamanlar geçirdi…
1994’te dünya kupasında gümüş madalya kazandınız. Üç yıl sonra ise İspanya’da EuroBasket’te bronz madalyanın sahibi oldunuz. O yıllar nasıl geçiyordu?
Gayet keyifliydi. Doğrusunu söylemem gerekirse asla başrolleri alan bir basketbol oyuncusu olmadım. Genelde takımın tamamlayıcı, “glue guy” dedikleri tarzda bir oyuncuydum. Bu Spartak’tan Maccabib Raanana’ya kadar daima böyle olmuştur. Tabii Milli Takım’a çağırılıp süre almam da bu özelliğim, oyuncu kimliğim sayesindeydi. Yani mükemmel bir oyuncu olmamama rağmen yıldızların etrafında tempoya ayak uydurabilmem ve birtakım yaratıcı şeyler yapabilmem sayesinde sporda değer kazanıyordum. Kanada’da aldığımzı gümüş madalya unutulmazdı. Üç yıl sonra İspanya’daki bronz madalya da öyle. İspanya’da bronz madalya almamız bir başarıydı ama 1994’te Kanada’da altın madalya alabilirdik. Gerçekten. Çok inanmıştık ve altın madalya alacağımıza dair hiçbir kuşkumuz yoktu ama, eh, olmadı işte.
1991 NBA Draftı’na otomatik olarak girdiniz ama seçilmediniz. O yıllara göre bu dönemde genç oyuncuların denizi aşıp kıta dışına çıkmaları çok daha kolay oluyor. Ayrıca oradaki oyuna dair bilgi edinmek de öyle. Peki 30 yıl önce işler nasıldı?
Dediklerine katılıyorum. İşin temelinde “NBA’de oynamak en büyük hayalim” felsefesi bulunuyor herkes adına ama 30 yıl önce bu hayali gerçekleştirmek için yapabileceklerinizle bugün yapabilecekleriniz arasında tonlarca farklılık var. Günümüzde Syngery veya YouTube bile size ABD’deki basketbola dair çok fazla fikir kaynağı yaratabilir. Orada neler olup bittiğini görebilir ve kendinizi NBA’e hazırlamak için küçük yaşlardan beri farklı antrenmanlar yaparak oraya hazırlanabilirsiniz. Fakat geçmişte Toni Kukoc, Vlade Divac, Drazen Petrovic, Arvydas Sabonis ve Sarunas Marciulionis’in videolarını temel olarak almaktan başka bir alternatifiniz yoktu. Mesela eğer bir pivotsanız ve pas atabiliyorsanız yapmanız gereken tek şey Sabonis’in videolarını tonlarca kez izlemekti. Geçmiş ile günümüz arasındaki en büyük fark ise yetenek tavanına ilgiden kaynaklanıyor bence. Demek istediğim, 30 yıl önce NBA’e gidebilmek için Avrupa’da yıldız olmanız gerekiyordu. Bir şeyler kanıtlayabileceğinizi gerçekten de göstermeliydiniz. Fakat günümüzde birçok Avrupalı, mikro rol oyuncusu olarak bile NBA’e gidebiliyorlar, ki bu mükemmel.
Евгений Пашутин Evgeniy Pashutin from lokobasket.com/
Tabii aradaki süreçte oyunun modellemesi de bir hayli değişti. Özellikle de son üç senedir.
Katılıyorum. Bak, şöyle anlatacağım. Ben bir oyun kurucuydum ve arada sırada şutör guard olarak oynardım. Yani net bir combo guard olduğumu söylemem imkânsız. Benim yapmam gereken şeyler belliydi. Topu yarı sahaya getirmek, pick-and-roll aksiyonlarını yönetmek, tempoyu ayarlamak, potaya teknik numaraları kullanarak gitmek, savunmada sert kalabilmek… Bunun gibi şeyler. Fakat günümüzde oyuncularınızdan sadece bunları isterseniz büyük bir hata yaparsınız. Onlardan çok fazla üçlük isabeti beklemek zorundasınız. Tempoyu yüksek seviyelerde tutmalarını, atletizm becerileriyle potaya gitmelerini, penetre hızlarını maksimuma çıkarmalarını istemelisiniz. Tabii işin uzunlar penceresindeki değişimi apayrı. Şut atan 2,15’lik oyuncular. Eh, işte bu, oyunun roket bilimi kısmı. Beklenmedik değişimler.
Peki kendinizi oyuncu olarak değerlendirecek olduğunuzda neler söylersiniz? Sizce artı ve eksileriniz nelerdi?
Dediğim gibi bir yıldız değildim. Genelde sert oynamayı seven, topu almak veya kontrol etmek için vücudunun her bir noktasını feda etmekten çekinmeyen bir oyuncuydum. Sol elimi iyi kullanamıyordum, tabii sağ elimle de mükemmel değildim. Antrenörlerimden biri bana, “Eğer sol elini güçlendirir ve sağ eline biraz daha çabukluk katabilirsen sahada daha rahat hareket edersin” dedi. Onun tavsiyesi sonrasında buna odaklandım. Ve gerçekten de eğer her iki elinizdeki güç-çabukluk dengesini doğru ayarlayabilirseniz hem toplu hem de topsuz rollerde sahada çok daha büyük farklar yaratabiliyorsunuz. Yani çabuk öğrenen ve öğrendiklerini uygulayabilen bir oyuncuydum. İyi bir şutör değildim, atletizm seviyem düşüktü.
Kardeşiniz Zakhar Pashutin bir basketbol oyuncusu. Onunla ilişkiniz nasıldı? Çünkü bir ara o, CSKA Moskova’da oynarken siz o takımın antrenör ekibinde yer alıyordunuz.
Ah, evet, bu mükemmel bir deneyimdi. O iyi bir oyuncuydu. Avrupa’da tonlarca başarı kazandı. Herkesin takımında görmek isteyeceği değerli bir rotasyon oyuncusuydu, 1999’da İzmir’de Pınar Karşıyaka’da da oynamıştı. Onunla birbirimizi geliştirmek için sürekli olarak konuşuyorduk, ki hâlen daha fikir paylaşımı yapıp daha iyi olmaya çalışıyoruz. Sonuçta kardeşiz ve basketbolu seviyoruz, basketbolu biliyoruz.
Pashutin
2003’te emeklilik kararı aldınız ve antrenörlüğe geçiş yaptınız. Neden?
Emeklilik kararımı CSKA Moskova’dayken aldım. Oradaki baş antrenörüm, Dusan Ivkovic bana sakatlıklarımın çok ciddi olduğunu ve eğer daha fazla oynarsam işlerin daha kötüye gidebileceğini söyledi. Basketbol zekâmdan etkilendiğini, setleri iyi anladığımı ve bir an önce antrenör olmak için çalışmam gerektiğini belirtti. CSKA’daki ön büro yönetiminin ilgisi ve Koç Ivkovic’in yardımları sayesinde bir yılın ardından CSKA’nın altyapısında antrenörlüğe başladım. Oradaki görevim belliydi. A takım öncesinde salona gidip altyapı takımını çalıştırmak. Bizim antrenmanımız bittikten sonra Ivkovic’e katılır ve onun takımıyla nasıl iletişim kurduğunu, bir hücum setini nasıl inşa ettiğini, neden mükemmel bir savunma antrenörü olduğunu ve egoları nasıl idare ettiğini öğrenirdim. Çünkü sonuç olarak o, Avrupa basketbolunun temeli olan “Nikolic Okulu”ndan yetişti. Ettore Messina gibi değerli bir antrenörün gelişiminde önemli bir rol oynadı. Ve hem Ivkovic hem de Messina’yla çalışan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki ikisi arasında çok büyük benzerlikler var. Özellikle de agresiflik ve savunma prensipleri konusunda. Mesela Koç Ivkovic, savunmada adam değişiminin zamanlaması ve perimetre etrafındaki kayma için birtakım püf noktaları veriridi bizlere. Aynı şeyi Messina da yapıyor. Takımının hücumda dengeyi yakalaması için her şeyi savunmada başlatıyor. İşte benim de amacım bu ekolü iyice öğrenip başarılı bir antrenör olmaktı. Her şey Koç Ivkovic’le başladı ve sonrası yavaş yavaş gelişti… Bu arada, ilk yıllarımda CSKA’da altyapı antrenörlüğü yaparken 2005’te Rusya 20 yaş altı takımının da başına getirildim. Fridzon, Voronov gibi isimlerin olduğu o takımla Rusya’daki turnuvada altın madalya kazanmıştık. Bunu nasıl yapmıştık? Savunmayla. Tabii ki de savunmayla.
Ettore Messina’nın birincil asistan antrenörü olarak Euroleague’de şampiyonluklar kazandınız. Kariyerinizin ufak bir bölümünde asistan antrenör oldunuz ama bu görev ile baş antrenörlük arasında ne gibi temel farklar var?
Bir asistan antrenörün görevi aslında gayet açık ve net. Baş antrenör ne derse onu yapmak. Eğer hakemle konuşmamız gerekiyorsa, tamam, bunu yaparız. Oturmamız gerekiyorsa ve sadece rakamlara odaklanmak gerekiyorsa, tamam, bunu yaparız. Ancak saha dışında sorumlu olduğumuz ama görev tanımımızda yazmayan şeyler de var. Oyuncuları mutlu etmek, antrenörle kulüp arasındaki bağları korumak gibi mesela. Keza saatlerimizi harcadığımız video odaları, gözlem raporları da öyle. Baş antrenör olduğunuzda genel olarak iş tanımınız “büyük” bir değişim geçirmiyor ama buradaki en önemli fark baskı üzerinden şekilleniyor. Asistan antrenörken hatada cezanın kesildiği kişi siz olmuyorsunuz. Ama baş antrenörseniz, eh, iyi olmaktan başka bir çareniz yok. Hem de asla. Aslında burada şöyle birkaç ekleme yapabilirim. Eskiden baş antrenör veya asistan antrenör fark etmeksizin işleriniz ciddi anlamda zordu. Bu zorluğu rakibi analiz etme açısından söylüyorum. Kasetleri taramak için çok fazla beklemeniz gerekiyordu. Bir bilgiye ulaşmak, rakibin soyunma odasında neler olduğunu öğrenmek zordu. Fakat şimdi Synergy, InStat, WhatsApp, Telegram gibi uygulamalar size basketbolun mahremiyetini yok etme imkânı sunuyor. Bu iyi mi? Bilemiyorum. Kötü mü? Eh, galiba değil.
Pashutin
Sonlara doğru gelirken biraz Kuban’a değinelim. Buraya ilk geldiğinizde Eurocup kupasını kazanmıştınız. Gayet büyüleyici yıllar geçirmiştiniz. Şimdi yeniden buradasınız. Lokomotiv Kuban’ın basketbol yapısına, kültürüne dair neler söylersiniz?
Çok klasik bir cevap gibi görünecek ama sorumlumuz Anatoly Mescheryakov ve başkanımız Andrey Vedischev’den tüm asistan antrenörlerimize, sağlık ekibimize kadar herkese teşekkür etmek istiyorum. Çünkü Kuban; Zenit, CSKA Moskova ve Khimki gibi yüksek bütçelere sahip olmamasına rağmen olabilecek en iyi yapıyı kurmuş durumda ve bu yapıyı ileriye taşımak için bereaber çalışıyoruz. Yönetimdeki herkes basketbolla ilgili ve oyuna dair yeni şeyler öğrenmek için zihinlerini açık tutuyorlar. Yani kör hamle yapan bir takım değiliz. Savaşmak, kazanmak ve bunu istikrarlı kılmak için elinden geleni bilgi ve manevi duygularla yapan bir takımız. Ayrıca, her ne kadar onları koronavirüs nedeniyle göremesek de, mükemmel bir taraftar topluluğumuz var. Burada olduğum için çok mutluyum. Bunu tüm kalbimle ve samimiyetimle söylüyorum.
Koç, herhangi bir pişmanlığınız var mı?
Hayır. Bak, bizler birer biyografi filminde yaşamıyoruz veya o tarz “efsanevi” hikâyeler yaratmaya çalışmıyoruz. Hata yapmanın insan işi olduğunu biliyoruz. Hataların aslında bizi daha iyi insanlar yaptığını da biliyoruz. Çünkü bir kez hata yaptığınızda hata yaptığınız konuda en kötü senaryoyu görmüş olursunuz. Daha kötüyü görmeden atacağınız her adımda daha mutlu olabilirsiniz. Bu gayet yeterli. Ah, tabii, günümüz basketbolunun böyle şekilleneceğini görmeyi ve savunma yerine hücum setleri üzerinde daha fazla zaman öldürmeyi, “bazı” şutların girmesini çok isterdim. Ama bunlar pişmanlık değil, oyunun birer güzelliği. Zaten basketbolu bu yüzden seviyorum. Çok değişik, stabil olmayan, kararsız bir yapısı var…
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Benzer Konular
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam