Popüler Sporlar
TÜM SPORLAR
Tümünü göster

Oyunu anlamak

Eurosport Türkiye

Yayınlandı 26/10/2020 - 04:06 GMT+3

1990’larda antrenör olmak, Rotterdam’a yapılan bir seyahat, Peja Stojaković, Vassilis Spanoulis ve Scottie Wilbekin jenerasyonlarıyla çalışmak, iki büyük final kaybetmek, NBA’e gidiş-geliş, “savunma” yapmak… Maccabi Tel Aviv’in baş antrenörü Ioannis Sfairopoulos, Kuzey Kılıç’ın sorularını yanıtladı.

Ioannis Sfairopoulos

Görsel kaynağı: Eurosport

Bir işte başarılı olmak, başarı sıfatını yapılan iş karşılığında almak kişiden kişiye farklılık gösterir. Bu sıfatı, özellikle de rekabet seviyesinin bireysellikten takımsal boyutlara çok agresif şekillerde taşındığı basketbola uyarlamaya çalışıyorsanız işler ciddi anlamda farklılık gösterir.
Misal, bir baş antrenörü göz önüne alalım. Herhangi bir organizasyondan kupayla/madalyayla ayrılmak bir başarı mıdır? Elbette, hatta meta vurgusu nedeniyle ana başarıdır bu. Fakat kimi baş antrenörler, altyapıda onlarca isim yetiştirebildikleri için bu yakıştırmaya layık görülürler, kimi baş antrenörler ise çok dar bütçeli bir takımı kümede tutabildikleri için alırlar bu sıfatı.
Henüz baş antrenörlüğe geçmemiş olan asistan antrenörlerin başarı sıfatıyla yaklaşmalarını bile beklemez birçok basketbolsever. Bu asistan antrenörler her ne kadar gecelerini gündüzlerine katıp yüzlerce saat video düzenlemeyle, rakip analizi yapmayla uğraşsalar da gecenin sonunda başarı ve pek tabii başarısızlık sıfatları baş antrenöre yakıştırılır.
Ioannis Sfairopoulos, yoğun takviminde röportajımız için ayırdığı dakikalara geldiğinde ilk konumuz basketbolda başarı kavramı oluyor. Hem altyapı antrenörü hem de asistan antrenör olarak çalıştıktan sonra 53 yaşındaki Sfairopoulos, takım elbiselerle baş antrenör olarak çıkıyor karşımıza. Konumuz başarı kavramıyla başlıyor, biraz tatsızlaşıp koronavirüse kayıyor, ailesindeki bağlardan bahsederken yüzünde neşeli ifadeler yer alıyor, takımının teknik yapısını anlattığı sıradaysa bir Apple ürünü tanıtımındaki Steve Jobs ciddiyetine kırıyor rotayı Ioannis Sfairopoulos.
Sabah kalktığınızda antrenör olarak nasıl hissediyorsunuz? Demek istediğim, yataktan koskoca bir takımın yükünü ayarlamaya çalışacağınızı bilerek kalkıyorsunuz.
Aslına bakarsan tüm zamanımı basketbola ayırdığım için bu konuda ekstra bir şey hissetmiyorum. Yani, geç saatlere kadar bir şeyler üzerinde çalışıyorum ve erken kalkıyorum. Basketbol daima kafamın içinde. Bunun nedenini herkes tahmin edebilir, takımımla birlikte başarılı olmak istiyorum. Fakat başarı bence sadece kupa kazanmakla alakalı değil. Elbette günün sonunda hem ekonomik açıdan hem de manevi huzurdan o nesneyi evinize götürmek mükemmel bir his. Fakat oyunu anlamanız, oyunu anladığınız hissedip takımınızın doğru işleri yaptığını görmeniz bir başarıdır. Çünkü sonuç olarak bu sporun adı basketbol. Basketbolu, oyunu anlamak ve uygulamak her şeyden önemli.
Mart’tan beri dünyanın her kesiminde korkutucu gelişmelere tanık oluyoruz maalesef. Bu dönemde mental sağlığınızı nasıl koruyorsunuz? Koronavirüs sürecinde basketbolla ilgilenirken neler yapıyorsunuz?
Bak, bu bizim işimiz, tutkumuz, aşkımız, sevgimiz… Fakat eğer günün sonunda sağlıklı değilseniz veya etrafınızdaki bir insan sağlıklı değilse ne tutkunuzun bir önemi kalıyor ne de mesleğinizin. Tabii şu an en olumlu senaryoları düşünmeye çalışıyoruz. Bunun için herkesin aldığı önlemleri alıyoruz fakat ben ve oyuncularım, teknik ekibim, ailem için durum biraz daha farklı. Yazın son haftalarından beri karantina ve sosyal mesafe kurallarında çok daha ciddi önlemler almış durumadayız. İsrail içinde arabayla bile tesis ve evlerimizin uzak mesafelerine gitmiyoruz. Tüm sosyal aktivitelerimizi tesislerimiz ve salonumuz etrafında yapıyoruz. Yürüyüşler, yemekler, takım partileri gibi tüm organizasyonları kendi aramızda yapıyoruz. Bu mental açıdan zorlayıcı bir durum. Çünkü yüksek seviyelerde rekabet eden bir sporcu olarak kafanızı asla boşaltamıyorsunuz. Ayrıca deplasman maçı için seyahat ederken tüm aldığınız zorlu önlemlerin bir anda hiçe sayılabileceği riskiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Yani herkes gibi biz de mental açıdan zorlanıyoruz. Fakat kendi sağlığımızı ve etrafımızdakilerin sağlıklarını korumak için bunu yapmak zorundaysak tamam, bu problem değil.
Ioannis Sfairopoulos
Dünyanın bambaşka bir döneminde doğduğunuz ve büyüdünüz. 1967'de Selanik’te doğdunuz. Çocukluğunuz nasıl geçiyordu? Ailenizle olan ilişkiniz nasıldı?
Aile hayatım, çocukluğum mükemmeldi. Bu konuda şanslı olan insanlardan biriyim. Babam profesyonel bir futbol oyuncusuydu. Basketbola başladığım Apollon Kalamarias’ın futbol şubesinde futbol oynuyordu. 1970'lerde başlamış ve 1990'lara kadar oynamıştı. Apollon’dan sonra Olympiacos’a transfer oldu. Ayrıca Yunanistan Milli Takımı’nda da forma giymişti o dönemler. Yani evet, çok iyi bir futbol oyuncusuydu. Futbolu bıraktıktan sonra Apollon’un yönetim kurulunda üst kademeli bir yetkili oldu. O dönemlerde erkek kardeşim dişçilik üzerine üniversitede eğitim alıyordu. Spor yapmayı seviyordu ama genelde derslere daha fazla önem veren biriydi. Annem ise tüm ailenin manevi direğiydi. Yani anlayacağın üzere huzursal açıdan harika günler geçirdim. Aynı zamanda ekonomik olarak da çok rahattık. Hatta bugün şu anda antrenör olup bir şeyler yapmamın en büyük sebeplerinden biri onların maddi desteğidir. 1988'de Hubie Brown, Rotterdam’da geniş kapsamlı bir basketbol kliniği verecekti. Aileme durumu anlattım ve oraya gitmeme yardımcı oldular. Keza iki yıl sonra yani 1990'da Syracuse Üniversitesi’nden kazandığım eğitim hakkını değerlendirmem için de bana yardım ettiler. Üç yıl orada kaldım, tonlarca değerli basketbol bilgisi öğrendim, insanlar tanıdım, hayata bakış açımı değiştirdim. Onlara çok şey borçluyum.
Peki basketbol hayatınıza nasıl girdi?
Geç girdi, biraz geç tanıştım bu sporla. 13–14 yaşımdayken okulda basketbol oynamaya başladım. Oradaki bir öğretmenimizin aracılığıyla Apollon’daki altyapı seçmelerine başvurdum. Apollon küçük çaplı ve hâlen daha aktif olan bir kulüp. Onların ana takımlarına çıktığım zaman üçüncü ligdeydik. Şampiyonluk kazanıp ikinci lige çıktığımız dönemlerde Selanik Üniversitesi’ndeki eğitimime başladım. Ve aslında bu, kariyerimde bir dönüm noktası oldu. Çünkü iki şeyin farkına varmıştım. Birincisi, iyi bir basketbol oyuncusu olamayacağım apaçık ortadaydı, yetersizdim. İkincisi, üniversite eğitimimi doğru dürüst bitirmek istiyordum. Tüm bu şeyler beni bir sonuca götürdü, antrenörlüğe. Oyunculuktan emekli olup Apollon’un altyapısında antrenörlüğe geçtim. Sana altyapı dediğimin farkındayım ama o zamanlar gerçek anlamda bir altyapı yoktu. Akademide iki-üç istikrarlı oyuncu vardı. Kısa sürede bizimle antrenman yapan 100'e yakın genç oyuncuyla çalışmaya başladım.
Peki sonrası? 1994 ile 1997 yılları arasında Apollon’un ana takımında antrenörlük yaptınız. Mükemmel bir PAOK maceranız var. Milli Takım’da ve Olympiacos’ta da asistanlık yaptınız 2008'e gelene dek.
Apollon’daki baş antrenörlük kariyerimde basketbolun temellerini iyice öğrenmeye çalışıyordum. O arada Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiğimden bahsetmiştim. İşte o tecrübe sonrasında oyuna bakışım biraz daha detaylandı. 1997'ye dek bu detayları ve temelleri bir arada kullanmayı öğrendim. Asrın sonuna doğru ise Yunanistan’ın o dönemki en büyük kulübü olan PAOK’a asistan antrenör olarak gittim. O yıllarda Olympiacos ve Panathinaikos çok güçlü değillerdi. Peja Stojaković’li PAOK, Avrupa arenasında mükemmel işler yapıyordu. 1997'den itibaren o ciddi yapıda çalışmaya başladım. Kinder Bologna, Real Madrid, Barcelona gibi efsanevi takımlara karşı oynuyorduk. Takımdaki birçok kişi bu atmosferlere alıştıktı. Ben ise oyunu anlamaya ve bu kadar baskı altındayken neleri yapmam gerektiğine önem veriyordum. Aynı zamanda Yunanistan Milli Takımı’nda asistan antrenör olarak çalışıyordum. Yani çok yoğun günlerdi benim açımdan. Yaz aylarımı ülkemin basketbol takımıyla genel haftaları ise PAOK’la çift kulvarlı yarışlarda geçiriyordum. Fakat bu yoğunlukta şu “Çaylak duvarı” denilen şeyin antrenör versiyonunu yaşamadım. Çünkü Yunanistan’daki basketbol kültüründe çalışmak, bir iş değildir. Eğer basketbolu anlıyorsanız ve onu seviyorsanız bu sizin için bir terapi gibidir. 2005'te Olympiacos’a baş asistan olarak gittim ve 2008'e kadar orada kaldım. Pini Gershon ve Panagiotis Giannakis gibi iki mükemmel basketbol zekâsıyla yükselişe geçip Avrupa’da domine etkisi yaratmak isteyen Olympiacos ekibindeydim. Güzel, gerçekten de güzel yıllardı.
Daha sonraki yıllarınıza değineceğiz fakat burada araya girip bir şey sormak istiyorum. Hem asistan hem de baş antrenör olarak yıllarınızı harcadınız ve harcamaya devam ediyorsunuz. Birçok kişi asistan antrenörlerin baş antrenörlere göre çok daha fazla mesai yaptığını söyler. Bu doğru mu?
Ah, şu anda kendi işimi farklı göstermek istemiyorum ama evet, bu doğru. Asistan antrenör olarak çalıştığım dönemlerde haftanın en az iki-üç gününü uyumadan geçiriyordum. Sana şöyle anlatayım. 1990'larda şu anda seninle konuşmamıza imkân sağlayan dizüstü bilgisayarları kullanamıyorduk Yunanista’da. Bilgisayar bile diyemeceğim dev makinelerle çalışıyorduk. Bildiğin gibi bir asistan antrenörün en önemli görevi video hazırlamaktır. İşte o yıllarda bu iş cehennem gibiydi. Bir bilgisayarda videoları derliyor ve zamanları belirliyorduk. Kaseti çıkarttıktan sonra onu diğer bilgisayara takıyor, orada kesme-ekleme işlemlerini yapıyor ve son hâlini alıyorduk. Eğer ufak bir hata yaparsak en baştan başlamak zorundaydık. Şu anda ben ve ekibim bir günde 12 saat içinde 5 maça dair video düzenlemeleri hazırlayabiliyoruz. O yıllarda günde iki tane doğru dürüst video hazırlarsak şanslıydık, hem de çok şanslı. Neyse ki birkaç yıl sonra PAOK’ta daha hızlı bir bilgisayarım oldu. Fakat günümüzdekilerle kıyaslanamaz bile. Tabii bunun dışında tonlarca şey değişikti. Sistemler, oyunu anlama yetileri, oyuncu gözlemleme imkânları… O yıllarda bir oyuncunun şut ritmini öğrenmek işkence gibiydi. Fakat günümüzde Mısır’daki bir basketbol oyuncusunun bile sahanın hangi bölgesinden yüzde kaç isabet oranıyla şut attığını öğrenebiliyoruz. Tabii günümüzde de zorluklar var asistan antrenörler için. Çünkü ellerinde çok fazla imkân var. Ve bu imkânları yanlış kullanmayıp doğru analizleri yapmak için geçmişe göre çok ama çok daha emin, isabetli kararlar almak zorundalar. Aksi hâlde her şey mahvolabilir. Yani asistan antrenörler, baş antrenörler, oyuncular, bir takıma bağlı herkes hayatında onlarca fedâkarlık yapıyorlar. Fakat günün sonunda bu fedakârlıklar o insanı mutlu ediyorsa işler hiç de zor geçmemiş demektir o insan için. Ben onlardan biriyim.
Ioannis Sfairopoulos
Asistanlıktan sıyrılıp istikrarlı bir baş antrenörlük yapma deneyiminiz 2008'i buluyor. Kolossos’ta üç yıl geçirdiniz. Fakat hemen sonrasında içinde NBA’de olan bir asistan antrenörlük maceranız daha var. NBA’e gidişiniz ve hızlı dönüşünüzde neler yaşadınız?
Aslında NBA’le teması 2006'da kurmaya başlamıştım. Olympiacos’ta asistan olarak çalışırken Cleveland Cavaliers’tan birileri beni Yaz Ligi’ne asistan antrenör ve genel anlamda danışman uluslararası scout olarak işe almak istiyorlardı. Olympiacos cephesi bunu onaylayınca tabii ki teklifi kabul ettim. Yazları Cleveland’a gidiyordum. Yaz Ligi’nde asistan antrenördüm. Tüm antrenmanlara, hazırlık süreçlerine katılıyor ve birçok yeni şey öğreniyordum. 2006'ya gelene dek Avrupa’nın en üst seviyesinde çalışma şansı yakalamama rağmen o yaz ve sonraki süreçte öğrendiğim şeyler oyunu anlamam konusunda mükemmel bir deneyimdi. Çünkü biliyorsun, NBA, basketbolun kalbi. Oradayken bu oyunun sadece saha içinde değil; saha dışında da oynandığını öğreniyordum. Olympiacos’tan ayrılıp Kolossos’a gittiğimde tıpkı kariyerimin başında olduğu gibi bir şeyler deniyordum. 2009 ile 2011 arasında yine Milli Takım’da görevdeydim. 2011'de ise hem Kolossos’tan hem de bir bronz madalya kazandığım Milli Takım’dan ayrılıp Jonas Kazlauskas’ın baş antrenörlüğünü yaptığı CSKA Moskova’ya asistan antrenör olarak gittim. O yıl NBA’dekilerle olan temasım yeniden ve çok daha ciddi şekilde artmıştı. Houston Rockets’a asistan antrenör olarak gittim ama orada kendimi rahat hissedemedim. Yani orada çok şey öğrenmiştim. Ekstra motivasyon kazanıyordum, bağlar kurup yeni şeyleri keşfediyordum ama Avrupa benim yerimdi. Yıl içinde Avrupa’ya döndüm. Panionios’la EuroCup’ta ve ligde iyi işler yaptık. 2014'te Olympiacos’tan gelen teklifi kabul ettim ve son iki yıldır buradayım.
Koç, Olympiacos’la Euroleague’de iki defa final oynadınız ama ikisinden de yenik ayrıldınız. Mental olarak nasıl diri kalabildiniz?
Bak, sana yalan söylemeyeceğim, kazanmak için şans faktörü denen ve o dönemlerde bizden yana olmayan bir şey lazımdır bazen. Hatta genelde. Euroleague’de antrenör olarak geçirdiğim ilk yılımda finale yükseldik. Rakibimiz kimdi? Real Madrid. Final Four neredeydi? Madrid. Real Madrid, o yıl mükemmel gidiyordu. Biz de iyiydik ama inanılmaz keskin bir kırmızı çizgi vardı arada. Real Madrid, 17 yıldır Euroleague’i kazanamıyordu. Ama kader çizgisi, masal onların o yıl şampiyon olması için çizilmişti. Final Madrid’deydi ve eğer siz, böyle kritik bir maçı Madrid’de oynuyorsanız kazanamazsınız. 2017'de Fenerbahçe’ye kaybettiğimizde de aynı senaryoyla karşı karşıyaydık. Maç İstanbul’daydı. Fenerbahçe daha bir yıl önce çok üzücü bir yenilgi almıştı finalde. Sürecin meyvelerini almak istiyorlardı ve kader onları da evine getirdi. Bu iki hikâyede, “Hakem, yer, taraftar” faktörlerini öne çıkarıp saçma gerekçeler sunmak istemiyorum ama gerçekler de var. Evet, maçlar tarafsız sahadaydı ama her iki finalde de üstünlük karşı tarafındı. Yani bu şanssızlıkları bildiğim için mental anlamda bir çöküntüye girmedim aslında. Hatalarımdan ders almayı ve oyunu anlayıp daha yüksek perdede antrenörlük yapmayı öğrenmeye başladım. Bunlar da keyifli tecrübelerdi. Bazen kazanmak için birçok kez yenilmeniz gerekir sonuç olarak.
Biraz da Maccabi’den konuşalım. Ama öncesinde Deni Avdija’ya değinmek istiyorum. Deni’yle altı-yedi ay önce konuştuğumda size dair mükemmel şeyler söylemişti. 2020 NBA Draftı’nın en yetenekli oyuncularından biri olarak gösteriliyor kendisi.
Avrupa’dan ABD’ye giden bir genç oyuncu için bunu söylemek daima zor oluyor ama tecrübelerime dayanarak tamamen beyaz bir sayfada şunu söyleyebilirim, o şu anda NBA’e eşsiz bir şekilde hazır. Mükemmel bir basketbol zekâsı ve çalışma disiplini var. Mesela iki yıl önce buraya ilk geldiğimde onunla yaptığımız ikinci-üçüncü antrenmanda özel bir konuşma gerçekleştirdik. Şut atarken dirseklerini o kadar çok dengesiz kuruyordu ki, topun ivme alması bir mucizeydi. Bu sorunu iki ay içinde düzeltti, iki ay! O yıl hedefimiz Avdjia’yı İsrail Ligi’nde daima kullanmaktı. Bunu yaptı, hatta sezonun ortalarını biraz geçtiğimizde Euroleague’de rotasyondaki rolü arttı. 2019'da FIBA turnuvalarını mükemmel bir şekilde geçirdi ve 2019–2020 sezonu öncesinde takımımızın en değerli oyuncularından biriydi. Sezon biterken ligde MVP bile oldu bildiğin gibi. Fakat bu çocuğu diğerlerinden farklı kılan şey onun gelişme konusunda gösterdikleri. Maccabi’ye geldikten sonra altyapılarda kimlerin iyi olduğunu ve kimlerin gelişmesi gerektiğini belirliyorduk. Deni takımın yıldızıydı ama gelişmesi gereken çok şey vardı. Ona zorlu bir program teklif ettim. Haftada iki gün bizle ve beş gün genç takımla antrenman yapacaktı. Bir gün izni bile olmayacaktı. Genç takımımızdan ayrılmasını istemiyordum çünkü oranın tartışmasız en iyisiydi. Bunu kabul etti. Çok zorlu bir sezon geçirdikten hemen sonra tüm yazını da basketbola harcadı. 2019–2020 öncesinde uzun bir konuşma daha yaptık ve bana yıl sonunda hiç beklemediğim kadar yüksek bir seviyede olacağını söyledi. Haklıydı. Bence NBA’de mükemmel bir kariyer inşa edecek. Onun mutlu olması bizi de çok mutlu edecek elbette…
Ioannis Sfairopoulos
Geçtiğimiz yıl Euroleague’in en iyi savunma takımıydınız. 2341 pozisyonda sadece 2157 sayı yediniz. Rakipleriniz size pick-and-roll setlerinden pozisyon başına sadece 0,8 sayı atabiliyorlardı. Post-up ve izolasyon savunmalarında lig lideriydiniz. Genel anlamda adam adamadan geçiş hücumunda kanatlardan tuzaklar getirdiğinizi gördük pek çok kez. Bu yıl dâhil olmak üzere, bir savunma planı hazırlarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Herkes gibi benim de bazı temel prensiplerim var. En önemli şey oyuncularımın birbirleriyle konuşmaları. Zayıf tarafta veya güçlü tarafta kimse uyuyamaz. Herkes adamını, bir sonraki aksiyonu aktif ve akıllı bir şekilde takip etmeli. Eğer bunu başarırsanız zaten gerisi çok kolaylaşıyor. Tam sahada pres yaptıktan sonra yarı saha setine döndüğünüzde topa hücum eden oyuncunuzun zamanlama hatası yapabileceğini göz önüne alıp pota koruyucunuzu biraz daha öne konumlandırmalısınız. Forvet kanallarındaki mesafeyi üçgen hücumdaki mesafeler gibi titizlikle düzenlemelisiniz. Pick-and-roll’lerde drop mu ICE mı yoksa klasik savunma mı yapacağınıza karar verip bunu yüzlerce antrenmanda denemelisiniz. Kenardan oyuna giren oyuncunun savunma düzenindeki çarkı bozmamasına dikkat etmeniz gerekiyor. Doğru zamanda doğru hamleleri yapmanız lazım yani. Fakat takım içi uyum, arkadaşlık, oyuncuların öğrenmeye açık olması en önemli şeyler. Sonrası tamamen antrenman ve ezber.
Ioannis Sfairopoulos
Scottie Wilbekin’in pick-and-roll’leri sırasında zayıf taraftaki koridor oyunlarına ve floppy’lere dayalı bir hücum sisteminiz var. Fakat özellikle bu yıl Tyler Dorsey takıma çok daha adapte olmuş gibi görünüyor.
Bu doğru. Dorsey geçtiğimiz yıl da çok iyiydi ama karar verme konusunda kritik sorunlar yaşıyordu. Bu yıl ise çok daha konsantre bir şekilde oynuyor. Şutu ne zaman atması gerektiğini, rakibini ne zaman üzerine çekmesi gerektiğini biliyor ve diğer oyunculara çok fazla alan yaratıyor.
Koç, kariyeriniz boyunca çok fazla liderle çalıştınız. Temel olarak Peja Stojaković, Vassilis Spanoulis ve Scottie Wilbekin jenerasyonları olarak ayırabiliriz sanırım. Ego yönetiminde en önemli şey ne sizce?
Bunu kaçıncı kez söylediğimi bilmiyorum ama oyunu anlamak burada da önemli. Çok basit, eğer oyunun dinamiklerini anlıyorsan, egoları ve yedek bankının en ucunda oturup elinde havlu tutan oyuncunun üzüntüsünü de biliyorsun demektir. Bahsettiğin üç oyuncu ve diğer tüm liderler, bir şeylere açık oldukları için lider oluyorlar. Elbette egoları var ama empati kurarsan onların egolarıyla senin egon, oyun görüşün asla çakışmaz. Düşünceli olmak ve oyunu anlayıp buna göre kararlar vermek en önemli şey bence. Çünkü bir insan sevgi beslediği şey karşısında akıllı ve içten olmalı. Basketbol benim için böyle bir şey.
Uygulamada 3M+ kullanıcı'a katılın
En son haberler, sonuçlar ve canlı spor yayınları ile güncel kalın
İndir
Bu yazıyı paylaş
Reklam
Reklam